Tek kanallı yılların çok sesli futbolu...

Başlatan mehmet yılmaz, 07 Ekim 2007, 11:30:05

« önceki - sonraki »

mehmet yılmaz

Tek kanallı yılların çok sesli futbolu...



Eskiden üç İstanbul takımına sırtını dayamış ve diğerlerini futbol sofrasının yeşilliği gibi gören bir anlayış yoktu. Anadolu takımlarının tamamı televizyonda ve gazetelerde sürekli yer bulabiliyordu. Hatta o zamanlar, futbolu magazinle yoğuran televizyon programları da yoktu. TRT spikerlerinin akıllardan çıkmayan maç anlatımlarıyla futbol, hayatımızın vazgeçilmez renklerinden biriydi.


'Eskiden' diye başlayan cümlelerde bir ilgi çekicilik vardır. Eskinin hep iyi olduğundan değil tabii; ama bir muhasebe imkânı sağladığı için. Mesela, eskiden spor medyası hiç böyle değildi. Günümüzde olduğu gibi üç İstanbul takımına sırtını dayamış ve diğerlerini futbol sofrasının yeşilliği gibi gören bir anlayış yoktu. Anadolu takımlarının tamamı ve hatta 2. Lig, 3. Lig takımları bile sürekli yer bulabiliyordu yazılı basında. İşin bir de TRT'deki futbol yayıncılığı bölümü var. İsterseniz şimdi, "Bizi izlemeye devam edin!" gibi bir cümlenin kurulmasının abes olduğu; çünkü zaten izleyecek başka bir kanalın olmadığı yıllara gidelim.

Maçlar gündüz oynanırdı. Genelde canlı verilirdi verilmesine de bazen Cenk Koray'ın sunduğu Tele Pazar'ın içinde de verilirdi. "Evet, beyefendi kutunuzu açayım mı?" cümlesinin hemen peşine "Şimdi kameralarımız Adapazarı'nda..." cümlesi gelebilirdi. İzmir Marşı'yla gelip Mehter Marşı'yla gidecek olan ve asla o iki malum kelimeyi kullanmaması gereken adamın görüntüsünün hemen altında Samsun 19 Mayıs Stadı'nda, Tanju'nun attığı şahane bir gol gösterilirdi.

O dönemde şifre falan yoktu. Olabilecek tek şifre, eğer hafta sonu ödevini yapmamışsanız babanızın size koyabileceği bir şifre idi; hadi bakalım doğru yatağa... Bazen de önemli iki müsabaka dönüşümlü olarak yayınlanırdı. Onun da ayrı bir keyfi vardı; bir maç gösterilirken bir anda sesler karışır ve ardından diğer maçın görüntüsü gelirdi. İstanbul derbilerinden önce stat önünde sabahlayan insanların uykulu gözlerle verdikleri beyanatlar olurdu: "Abicim, İzmir'den geldik, kesin kazanacağız!" Bu arada statlarda da seyirci paylaşımı yarı yarıyaydı ve şimdiki gibi yüzde hesapları asla olmazdı. Maç başlamadan önce futbolcular tek tip kıyafet olmaksızın stada gelirlerdi. Hatta bazıları özel araçlarıyla bile gelebilirdi. Otobüsün ön kapısından inen kafileyi karşılayan TRT muhabiri sorusunu sorardı; "Evet Ulvi ne diyeceksin maç için?.." Ne diyecek; iyi hazırlandık, kazanacağız diyecek elbette. Sonra hakem odasına gidilirdi. Orta hakem, yan hakemlerle (Yardımcı hakem de yoktu mesela; yan vardı!) son konuşmalarını yapıyordur. TRT muhabiri girer yine devreye: "İhsan hocam böldük, kusura bakmayın... Ne diyeceksiniz maç için?"

Sonra tribünlere gelinir; önce genel açıdan çekilir tribünler. Önceden haber verildiği için konfeti atılıp, biraz da tezahürat yapılır. Sonra tellere yaklaşılır; toplu halde yapılan "beş, beş, beş" tezahüratı dışında bireysel konuşmalar da olur. Tele yapışıp kalmış bir adam ve arkasında leylek misali kafa uzatıp ekranda yer etmek isteyen nice şahsiyet! Hepsi de galibiyete inanmış kimselerdir vesselam...

Hakem atışı sırasında kamera yine oradadır. Temiz bir maç olsun, Türk sporu kazansın, hayat bayram olsun temennilerinden sonra top ve kale seçimi yapılır. Şimdi sıkı durun; çünkü asıl inanılmaz kısım geliyor. Diyelim ki bir derbi maç ve birisi gol attı. Futbolcular sarmaş dolaş... Peki, TRT muhabirimiz ne yapıyor dersiniz? Elbette elinde mikrofonla hemen futbolcuların yanına koşuyor. "Evet, İlyas golü attın, neler düşünüyorsun?" derken İlyas da, "Çok mutluyum, sağdan Uğur çok güzel bir top kesti; bana da dokunmak kaldı!" diyor. Allah'tan golü atana gidiyorlar; bir de kaleci Yaşar'a gitse kim bilir neler duyacaktık! Gerçi o zaman RTÜK falan da yoktu ama... Bazen de bir penaltı kararı verildikten sonra koşup yerde yatan topçuya uzatılır mikrofon: "Rıdvan, penaltı mıydı?" Rıdvan, yerde yatmakta ve tedavi görmektedir: "Ah... Kesin penaltı ah!.."

Bitmedi tabii... Maç sonunda yine en çarpıcı yerlerde en muhteşem röportajlar var. Şimdiki gibi parayla değil röportajlar; aksine futbolcular TRT'ye çıkmak için azami gayret sarf ediyorlar. Kimse 'Erman Hoca'ya sorsunlar' demiyor, o sıralar Erman Hoca yeşil çimlerde sorulacak pozisyonlar üretmekle meşgul bir hakem çünkü.

Ve pazar akşamlarının klasiği Spor Stüdyosu... Saat 21.00'de başlardı. Genelde Tansu Polatkan sunardı ve ciddi bir hakkaniyet kaygısı olurdu. O hafta kim liderse onun maçı önce verilirdi. Zorla büyütülmüş takımlar yoktu; kim neyi hak etmişse o olurdu. Polatkan'ın arkasındaki küçük ekranda maçın ilk görüntüsü donuk bir halde beklerdi. Şimdinin bol geyik muhabbetli, muhtevasız programlarının yanında Spor Stüdyosu ilaç sayılır adeta.

Bir de Avrupa kupası ya da milli maç yayınları olurdu. Zaman zaman link hatlarındaki arıza nedeniyle merkez stüdyosundan yardımcı olan bir personel de olurdu; ama genelde maçın yurtdışından verildiği spikerin sesinden anlaşılırdı. Şöyle düşünün; burun deliklerinizi elinizle kapatın ve konuşun. İşte ses aynen öyle gelirdi. "Uzun zamandır maç kazanamayan millilerimiz inanıyoruz ki bu gece Belgrad'da şeytanın bacağını kıracak. Top şu an Susiç'te... Aman çocuklar aman... Bravo Cüneyt, işte hep böyle... Eyvah! Maalesef yedik golü!"

O zamanlar futbolcuların sadece isimleri vardı. Ali, Küçük Ali, Büyük Ali... Yabancı topçuların da sadece soyadları. Schumacher'in isminin Schumacher değil de Toni Harald olduğunu öğrenince ne de şaşırmıştık! O Susiç de Saffet Susiç'miş meğer...

Ne kadar ilginç değil mi? Türkiye'deki yayın tekeli kırılıp genişledikçe futbol merkezileşti. TRT'nin tek merkez olduğu yıllarda ise futbol daha genele aitti; çok sesliydi. Oysa tersi olmalıydı!..

Mehmet YILMAZ - Zaman Pazar
http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=1278

Sadece Samsunspor

vayyy bee ne güzel şifre yok her maç veriliyor rtük yok ohhh ne güzel - şimdi teknoloji geliştikçe maç sayısı dahada azalıyor  :evil:

Tribün_ali

Babam anlatırdı eski günleri devamlı başının etini yerim bana SAMSUNSPORUN eski yıllarını anlat oda bana seve seve anlatırdı o zamanlar en popiler başka rahmetli hasbi menteşoglu diyordu

edmontdante

Alıntı yapılan: "samsuni"'; ... O zamanlar futbolcuların sadece isimleri vardı. Ali, Küçük Ali, Büyük Ali...


Sayın Mehmet YILMAZ,yine mükemmel bir yazı.Bizi özlem duyduğumuz geçmişe götüren hatta sanki o anı yaşıyormuşcasına etkili.

Bu arada bu soyad olayını Nihat KAHVECİ ismini kullanarak Kazım KANAT başlattı.Nihat Kahveci diye diye herkes alıştı.

Büyük-Küçük sıfatlarından başka bir de SEDAT 3 vardı.Bursaspor'da aynı dönemde 3 Sedat olunca Sedat 3 denilerek diğerlerinden ayrılmıştı.

celebi

hey gidi günler ismail 1 ismail 2 ismail 3 ler neydi o günler yaw. :wink:  :lol: