Şiirler-Makaleler-eğitici yazılar

Başlatan kral55, 01 Temmuz 2005, 23:40:30

« önceki - sonraki »

kral55

Slaytları hiç izleyen yokmu arkadaşlar.İndirmede bir problem yaşanmaması gerekiyor.

jurista

slaytlar izleniyor hiç bir sorun yok ve gerçekten etkileyici...

jurista

Seni sevmek, bir sadakati değil, sadık bir ihaneti sevmektir. Kaybetmeyi ve her seferinde yeniden başlamayı sevmektir, seni sevmek.

Seni sevmek, aramaktır, ayrılığı daha ilk dakikadan kabullenmektir. Ayrılık çöplüğünde aşk seni sevmek...

Cevapsız bir soru, sorusuz bir cevaptır aşkın. Kaç bilinmeyeni olduğunu bile sayamadığın bir denklemi çözmeye çalışmaktır, seni sevmek.

Seni sevmek, "olmayacak bir nedeni, gelmeyecek bir gideni" beklemektir.

Seni sevmek, kafandaki hayali aşkı değil, hiçbir norma uymayan bir deliliği sevmektir.

Seni sevmek, sonsuz bir denize dalmak, çıkışı olmayan bir tünele isteyerek girmektir. Cehennemde yanmaya koşa koşa gitmektir, seni sevmek.

Günahın çekiciliğine kapılmak, şeytanın yap dediğini yapmak ve ateşi güneş sanmaktır, seni sevmek.

Bitmeyen bir filmi sürekli yeni baştan seyretmektir seni sevmek.

Seni sevmek, rüzgara kapılmak, havalanmak, uçmak ve her seferinde binlerce metreden yere çakılmaktır. Yaralanmış yüzünle, kanlarını temizlerken yine uçmaya çalışmak da, sadece seni severken yapılacak bir deliliktir.

Seni sevmek, hiçbir şeye sahip değilken, dünyalar sana aitmiş gibi mutlu olmaktır.

Seni sevmek, en basit haliyle yalandır, her seferinde yeniden kanılan, bir kez daha kanmak için aylarca beklenen, bir yalandır.

Seni sevmek, herkesin aklına meydan okumaktır, tüm doğru şıkları reddedip, bile bile bir yanlışı seçmektir, seni sevmek, akılla kalbin bitmeyen kavgasını başlatmaktır.

Seni sevmek, kimselere açıklanamayan, kendine bile anlatılamayan, lanetli bir hastalık gibi saklanan, tuhaf bir hikayedir.  

Seni sevmek, bir hikayede hayat bulmaktır. Hayatını bir hikayenin peşinden sürüklemek, bir roman karakteri olmak, romanın diğer karakterlerince acınarak bakılmaktır.

Seni sevmek, kimsenin göze alamayacağı bir kavgaya girmek ve sonunda kahramanca ölmektir.

Seni sevmek, her seferinde yenilmektir, daha güzel yenilmek için yeniden başlamaktır.

Seni sevmek, dünyanın en güzelini sevmektir. Kendi sevgine bile aşık olmaktır seni sevmek.

Hiç kimsenin başaramayacağını, başarmaktır seni sevmek.

Dünyada en az bir kez mutlaka yaşanması gereken bir duygudur seni sevmek.

Aşkını bu kadar çok olumsuz öğe ile tarif ettikten sonra, yazının sonunda, bir kez daha sana aşık olmaktır, seni sevmek....

[/b]

timofte

Alıntı yapılan: "kral55"http://rapidshare.de/files/3526509/Canakkale.ppt.html

Bu gösteriyi izlemeyi herkese tavsiye ederim.


rapidshare pek uğramadığım bir site olduğu için başta indirememiştim, bu defa indirdim oldukça güzel bir slayt. teşekkürler.

jurista

Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini
tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en
kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını,
halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı
iliştirmesini istemiş. Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde
resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş.


Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam
etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış.
Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş fakat bu
kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça
koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica
eden bir yazı ile bırakmasını önermiş.


Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış
Sevinçle ustasına koşmuş.Usta ressam şöyle demiş: "İlkinde insanlara fırsat
verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile
karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında
resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde
onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç
kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Emeğinin karşılığını,
ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Sakın emeğini
bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma."


______________________________­

kral55

Tatilemi ihtiyacınız var?İzleyin öyleyse.
http://rapidshare.de/files/4714254/IHTYYACINIZVAR.pps.html

(çıkan ekranda en alt kısımda free butonuna tıklayın v çıkan ekranda yine altta saniyeler geriye doğru ilerleyip 0 olunca tıklayın ve dosya iner.)

kral55


kral55


jurista

Ben, bir erkeğin kendisine emanet edilen kadın mahremiyetini hayatı pahasına koruması gerektiğine inanan kuşaktanım.


Bizim kuşak, cinayetten yargılanırken geceyi birlikte geçirdiği kadının adını vermemek için cinayet saatinde nerede olduğunu açıklamayan ve idama razı olan erkeklerin hikayelerini anlatan kitaplarla, filmlerle büyüdü.


Kadının mahremiyeti bizim için kutsaldır.


O mahremiyete ihanet eden bir erkekten daha aşağılık biri olamaz bizim kuşağın gözünde.

Bir toplumda herşey olabilir, savaşlar, ayaklanmalar,  tarih yaraları sarar, hayat kendi dengesini yeniden bulur ama erkekleri kadın mahremiyetine ihanet etmeye başlayan bir toplum bence ciddi bir çürüme işareti veriyor demektir. Kolay kolay iyileşmez.


Son yıllarda birlikte oldukları kadınların resimlerini ya da filmlerini çekip bunları yayan erkekler çoıalmaya başladı.
"Bir iki aşağılık adam" deyip geçebilirsiniz.
Ama bence öyle kolayından üstünden atlanıp geçilecek bir olay değil bu.
Temel soru budur:
Bu adamlar, böylesine rezilce bir iş yaparken nasıl oluyor da toplumun tepkisinden çekinmiyorlar?
Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, ailelerini utandırmaktan korkmuyorlar?
Toplumun pek de sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar herhalde.
Bunda da haklılar.
Daha önce seviştikleri kadınların resimlerini, filmlerini yayınlayanlar ne oldu?
"Bu adamlar ahlaksızdır" damgası toplumun vicdanında bu insanların alnına vuruldu mu?
Sadece o adamların değil, o adamlara selam verenlerin bile bu ahlaksızlığı paylaştığı inancı kabul gördü mü?
Yoksa toplum, mahremiyeti ihanete uğramış kadınların resimlerini görebilmek için mi hareketlendi?
Mahremiyet hainini ortak hayatımızın dışına mı attık?
Yoksa suçuna ortak mı olduk?
Böyle insanları reddedecek bir reflekse sahip olmayan toplumların vicdanlarında bir zayıflık, ahlaklarında bir çürümüşlük başlamış demektir.
Ve, bence bir toplum için en tehlikeli şey böyle bir çürümedir.
Bir toplumu toplum yapan onun bayrağı, sınırı, toprağı değildir bence, onu toplum yapan ortak ve tartışılmaz vicdani ölçüleridir.
Bu ölçüler hukuk ve devlet tarafından korunmaz, bu ölçüleri koruyanlar o toplumun edebiyatı, yazısı, hikayesi, efsanesi, masaladır.
Neden kadınların mahremiyetine ihanet edenler bu kadar rahat davranabiliyorlar?
Niye iğrenti dolu bakışlarla karşılaşacaklarından çekinmiyorlar?
Bir değil, iki değil, üç değil...
Bu tuhaf erkeklerin sayısı artıyor.
Tam neresinden olduğunu bilmiyorum ama toplum bir yerinden çürüyor.
Çocuklarımıza yanlış masallar anlatıyoruz belki.
Belki ortak ölçülerimizi, vicdani değerlerimizi yeterince iyi öğretmiyoruz.
Belki de gizli bir çürüme, yaralarla kendini gösteren bir tür kanser gibi kendini bu adamların varlığıyla gösteriyor.
Bir kadının mahremiyetine ihanet edenin her şeye ihanet edeceğine inanırım ben.
Böyle adamları arasında barındıran toplumların da çürüdüğünü düşünürüm.
Bu adamların varlığı beni korkutuyor.
Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum.
Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum her şeyini kaybeder çünkü.

Fecr_55

Türkiyem içimde

Vatandan uzakta sanmayın beni
Türkiyem içimde,ayrı değilim
Gurbetçi diyerek, anmayın beni
Türkiyem içimde, ayrı değilim

Ay-yıldız göğsümde, şanım, gururum
İmanım kalbimde, parlayan nur'um
Vatanım ben sana kurban olurum
Türkiyem içimde, ayrı değilim

Vatan sevgisini, bildim imanla
Her karış toprağı, yoğrulmuş kanla
Türkiye devleti, kurulmuş şanla
Türkiyem içimde, ayrı değilim

Atamın, babamın, anamın yeri
Ruhumdur, nur'umdur, gözümün feri
Et kemik misali, daha ileri
Türkiyem içimde, ayrı değilim

Bal der senden başka, yoktur vatanım
Senin hasretinle, matem tutanım
Türkiyem bendendir, ben de ondanım
Türkiyem içimde, ayrı değilim

Bu Vatandan Kimseye Bir Avuc Toprak Dahi Dü$mez, Dü$meyecektir Biz Varken...Nerede Ya$adigin Önemli Degil Türkiye'yi Icinde Büyüttükten Sonra...I$te biz gurbetcilerde buralarda ya$atiyoruz ülkemizi...Türk Dogdum $ükürler Olsun, Türk Ölecegim...
hmm milli duygularim iyice kabardi bu siralar...

kral55

Konunun önemine binaen bir yazı eklemek istedim.Bizleri ne kadarda iyi irdelemiş.

  TARTIŞMA KÜLTÜRÜ ÜZERİNE-1

  TÜRKİYE CEPHEDE SAVAŞI KAZANIYOR FAKAT MÜZAKERE MASASINDA KAYBEDİYOR
 Son günlerde ülkemizin doğrudan ilgi alanında olan Kıbrıs, Irak, AB ile ilgili hareketli konuları basında tartışan dış politika uzmanları ve yazarları sık sık "Türkiye cephede savaşı kazanıyor fakat müzakere masasında kaybediyor" diyorlar. Bu söz çok anlamlı ve üzerinde durulmaya değer nitelikte. Bir ülkenin müzakere gücü doğrudan ekonomik ve askeri güce bağlı olduğunu biliyor, ancak konunun bir diğer boyutunu tartışmak istiyorum o da müzakereci ve konuyu tartışabilecek alt yapıya sahip bireylerin yetiştirilmesi yani eğitime değinmek istiyorum.

 NE ARADIĞINI BİLEN TOPLUM DEĞİLİZ
 Tartışma kelimesinin sözlük karşılığı "bir konu üzerinde, birbirine aykırı olan görüş ve kanıları karşılıklı olarak söyleyip savunma işi", bir diğer ifade ise "söz ya da yazı ile yapılan kavga" olarak ifade edilmektedir. Tartışma kelimesini toplum olarak çok kullanıyoruz, ancak derinliğini ve önemini başta eğitim kurumları olarak ne kadar biliyoruz ve uyguluyoruz? Bundan emin değilim. Ancak en azından üniversiteler gibi felsefi temelli bilim ve araştırma kurumlarının varlığı ve geleceğinin tartışma kültürüne verdikleri öneme bağlı olduğunu batı üniversite tarihlerinden biliyoruz.

 Tartışma aynı zamanda bir konunun enine boyuna irdelenmelidir. Bir şeyi tartışabilmek için somut bir sorunun olması, bu soruna yönelik bir amacın ve hepsinden önemlisi de o konu hakkında bütünsel bir bilgi birikimine sahip olunmasıdır. Konunun bütünsel olarak diyalektik açıdan irdelenmesi gerekir. Konunun diyalektik açıdan irdelenmesi içinde bağımsız düşünme yeteneğinin gelişmesi gerekir. Bu konu ülkemiz insanın en ciddi eksikliğidir. Hiçbir yetkili bir altının bağımsız düşünmesini istemektedir. Yetki tek elden toplandığı için gerek sistem yapılsın gerek uygulamaya yapılan her eleştiri veya görüş oluşumu sistem dışı olarak kabul edilmekte ve hızla bastırılmaktadır. Yetki kullanımı olmayan ve sorumluluk alamayan kişi de iş yapamamakta ve fikir geliştirememektedir. Bir bireyin bir konuyu karşısındaki biri ile tartışabilmesi için kişinin çok erken dönemlerde özgüven ile yetiştirilesi gerekir. Maalesef ülkemiz insanının büyük çoğunluğunda başta belirli mevkilerdeki yetkililerde bu eksiklik kendisini hemen göstermektedir. Bugün eğitim sistemimiz çocukluktan yetişkinlik sürecine kadar (hata bazıları yaşamaları boyunca) sen bilmesin, anlamasın, seni aşar, büyüklerin varken sana söz düşmez. Ortaöğretim yılarında sen ders çalış sınavı kazan adam ol. Derseler ezbere ve test sistemine dayalı. Kimse kitap oku kendini geliştir, hayatın sınavını kazan demiyor. Liseden gelen yetersiz alt yapı ve tartışmanın bilinmemesi üniversitelerde de devam etmektedir. Herhangi bir konuya farklı bir açıdan bakma, kritik etmek ve sonuna kadar savını kitlelerin önünde savunabilme şansı maalesef üniversiteli öğrenciye sunulmamaktadır.

 EN BÜTÜK HAZİNE YETİŞMİŞ İNSAN GÜCÜDÜR
 Bilgi toplumunun en önemli öğesi, sermayeden daha da önemli unsur olarak yetişmiş insan potansiyelidir. Yetişmiş insan potansiyeli de, yalnız öğretilmiş, elinde diplomaları olan dil bilen değil, aynı zamanda çok boyutlu ve bütünsel bakabilmen ve düşünebilin, özgüvenli bağımsız düşünebilen, yaratıcı, evrensel değer yargılarına sahip ve düşündüğünü doğru ifade edebilen kişilerin yetiştirilmesidir. Bugün gelişmiş batı toplumlarının biricik hedefi ve rekabet alanı yetişmiş insan gücünü elinde bulundurmadır. Beyin göçü ve gücü bu çerçevede değerlendirilmektedir. Bizim de ülke olarak 21. yüzyıl eğitim hedefimiz bu doğrultuda olmalı ve bu konuda taviz vermeden kararlı bir politika izlememiz gerekir.

 ÜNİVERSİTELERDE TARTIŞMA VE ARAŞTIRMA KÜLTÜRÜ ÖĞRETİLMEMEKTEDİR
 Ülkemiz üniversitelerinde kâğıt üstündeki proje üretme ve dönem ödevleri pek yararlı olmamaktadır. Batılı üniversitelerde öğrenim gören hocalarımız bilirler, her hafta her derisin uygulaması varsa konu ile ilgili rapor ve tartışma istenir, yoksa dersi ile ilgili literatüre dayalı ödev istenir. Bir şekilde öğrenci bir konuyu nasıl ele alacağını her yönü ile inceler ve kritik yapar. Bu nedenledir ki batıda eleştirel bakış açısı tabii erken dönemlerde ilköğretim, orta öğretim ve nihayet üniversitelerde fikirlerin tartışıldığı ortamlar olarak gelişir ve olgunlaşır. Batı toplumlarında özellikle üniversitelerde her tür düşünce otorite tarafından şiddete dönüşmediği sürece toleransla karşılandığı gençlik kendini en iyi ifade edebilmektedir.

 Bilgi paylaşıldıkça çoğalır öz değişi anlamlı. Tartışarak zenginleşmek, her düşüncenin karşıtını alarak analiz ve sentez yeteneğinin gelişmesi çok anlamlıdır. Olaylara farklı göz ile bakmasını bilmeyen kişi önüne konulan her şeyi sorgulamadan yemesine benzer. İnsan beyninin de böyle çalıştığı söylenmektedir. Uzmandalar insanın öğrenmesini kapasiteleri faklı postane şebekelerine benzetmektedirler. Ne kadar çok okunur ve irdelenirse beynin kapasitenin o denli arttığı ve olayları kavramaya o denli vakıf olduğunu belirtilmektedir.   Eğitim kurumalarımız mutlaka derslerde uygulamaya önem vermeli, öğrencileri her türlü ön yargıdan arî olarak tartıştırma ortamı sağlamalıdır. Tek tek beyinler durağan beyinleri yerine, çok sayıda kişinin tartışan ve ortak akılın yaratacağı etkinin büyüklüğü belki ülkemizin önünü açacaktır. Kim bilir. Batıda gördüğümüz "brain centre" veya "think-tank" merkezlerinin önemi çok açık. Buralarda her türlü düşünme ve tasarım beyin fırtınası anlayışı ile sergilenmektedir.

 ÜNİVERSİTE ARAŞTIRI, KİŞİ BİLİR
 Kişiler "bilir", üniversiteler araştırı. Bilmek, ortaya çıkan gerçek hakkında yeterli bilgi edinmektir. Araştırmak ise, o güne kadar belirlenmiş bir gerçeği gün yüzüne çıkarmaktır; ya da bir bilginin yanlışlığını kanıtlamaktadır. Bu bağlamda araştırma yaparken ilgili bilim disiplinlerinden yararlanmak ve işbirliği yapmak gerekir.
 Bilim yapmak için üzerinde çalıştığınız konuyu inceleme için ön sezgilerin bilgi birikimi ile bütünleştirip tartışılması gerekir. Bilimciler olarak olaylara geniş ve çapraz açıdan bakmayan kişilerin yeni buluş ve dönüşüm yapma şansımız var mı? Sorularını sormadan düşünmeden bilim yapılabilir mi? Eğitim kurumlarında otoritenin belirlediği resmi düşüncenin dışındaki düşünceler zararlıdır diye farklı düşünme ve ufukların gelişmemesi sonucu kişi profesör bile olsa kendi verilerini tartışamamaktadır. Ünlü matematikçimiz Prof. Dr. Cahit ARF "Üniversiteler gerçeklerin tartışılarak arandığı kurumlardır... Tartışma olmayan yerler üniversite değildir..." diyor.
 Başta üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarımızın her düzeyde tartışmalara halen kuşku ile bakması yanında, her düzeyde bilimsel konularda tartışma geleneklerin olmaması ülkemiz insanının iyi müzakereci olmamsına neden olmuş olabilir. Maalesef bugün üniversitelerimiz kendi bilimsel konularını tartışmaktan uzak olduklarını görülmektedir. En büyük kanıtı da bilimde evrensel boyuta geldiğimiz düzeydir. Bu anlamda yaratıcı, eleştirel bakmayı bilen kişiyi bulmak, kaynak bulmak veya ayırmaktan önce gelmelidir. Başta eğitim kurumaları olmak üzere değişik kurumlara istediğiniz kadar mali özerklik sağlansın eğer işi yapacak kişi bilimsel düşünme, yaratma ve irdeleme yeteneğine sahip değilse eldeki para ve donanımın bir anlamı olmayacaktır. Buradan çıkarılacak ders bizim gibi ülkelerde yetişmiş nitelikli insan gücü yaratılması ve bunların doğru yerde kullanılması gerekmektedir.

 Ülkemizin aydınlık geleceği, itaat eden insanlarla değil, düşünen, irdeleyen, düşündüğünü her koşulda ifade edebilen insanlara borçlu olacaktır. Atatürk'ün "Fikri hür, irfanı hür" nesil ancak o zaman ülkemizde değer olacaktır. Avrupa Topluluğuna ancak bu anlayışla gireriz ve muasır medeniyetler seviyesini yakalarız. Herkesin özgür düşünebilen, özgüvenli, bağımsız karar verebilen, yaşama bütünsel bakabilen insanlara sahip çıkması dileği ile.

24.Kasım.2004
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ

kral55


kral55

Gul Bahcesi

Zamanin birinde bir kasabada yasayan dunyalar guzeli bir kiz varmis.. Bu kiz oyle guzelmis ki cok uzak sehirlerden ve ulkelerden cok zengin, cok yakisikli, asil pek cok delikanli onu gormeye gelirmis.. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice sovalyeyi reddeden guzel kiz kimseleri begenmezmis...

Bu arada ayni kasabada yasayan ve bu kiza asik olan genc bir delikanli da bu kizi istemis... Ama kiz onu da reddetmis...

Aradan uzun yillar gecmis.. Bizim delikanli kasabadan ayrilmis...Kendine baska bir hayat kurmus ve evlenmis, coluk cocuga karismis... Birgun yolu bir zamanlar yasadigi guzel, kucuk kasabaya dusmus..

Orada tanidik birine rastladiginda aklina bir zamanlar orada yasayan dunyalar guzeli kiz gelmis ve ona ne oldugunu sormus... Yasli adam onunde gul bahcesi olan bir evi gostererek kizin evlendigini soylemis.. Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmis olan kizin kocasini pek merak etmis...

Bir gun gizlenip kocasini evden cikarken gormus... Kizin kocasi sisman, kel ve cirkin mi cirkin bir adammis... Ustelik zengin bile degilmis.. Cok merak eden adam kocasi gittikten sonra evin kapisini calmis.. Kiz kapiyi acinca kendini tanitmis ve neden boyle bir adamla evlenmis oldugunu sormus.. Kiz da ona arkasindaki gul bahcesinden en guzel gulu koparip getirirse cevabi verecegini bu arada tek sartinin bahcede ilerlerken geriye donmemesi oldugunu soylemis...

Adam da bunun uzerine yuzlerce guzel gulun oldugu bahcede ilerlemeye baslamis... Birden cok guzel sari bir gul gormus.. Tam ona dogru egilirken biraz ilerde kocaman pempe bir gul gozune carpmis... Tam ona uzanirken daha ilerde muhtesem guzellikte kirmizi bir gul goncasi gormus...

Derken bir de bakmis ki bahcenin sonuna gelmis ve mecburen oradaki bir gulu koparip kiza goturmus... Bahcenin en guzel gulunu getirmesini beklerken kiz bir de ne gorsun yapraklari solmus ciliz bir gul..

Bunun uzerine adama donen kiz soyle demis : "Bak gordun mu? Her zaman daha iyisini bulmak isterken omur gecer ve sen en kotusune razi olmak zorunda kalirsin.. Bu yuzden genclik elden gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi ogrenmek gerekir.."

kral55

GÜVEN



     Ingiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine  ihtiyaçları
oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri   vardır. Ingiliz
devleti hakimlerine o kadar güveniyor yani.Birgün hakimin biri bir
bankaya gidip 1.000.000   poundluk   bir çek bozdurmak istediğini söylemiş.
Tabii ortalık birbirine   girmiş.Banka yöneticileri en üst makamdan
onay almadan bu kadar parayı  veremeyecekleri   söyleyip hemen Içişleri
Bakanlığı, Adalet Bakanlığı,Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak
aradıkları her yerden gelen cevap  aynıymış: ÖDEYIN!
     Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden   ertesi gün  
gelmesi   rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış.
     Aradan birkaç  gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri  
vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet
Bakanlığı'nı
     aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime
hareketinin sebebini   sormuşlar.

     Hakim "Kraliçe nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu?
Onu sınadım" cevabını vermiş.
     Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim  azledilmiş.
     Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle
açıklamış:
     "Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine   güvenmiyor ve
onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."
     "Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını
     engeleyyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır.

Clint_Eastwood

"Bire birer yıkılan hayâllerin
Altında kalan hâtıralardır
Ezilir bir şeyler gecenin sessizliğinde,
Çığlıklar kırlangıçlar gibi duygular,
Yapayanlız uçar uzaklara
Ve acılara çıkan yolların sonunda
Hep üzülen biri vardır
Ne acı..."
                     

Yazan: Kayahan AÇAR