Şu An Hangi Kitabı Okuyorsunuz?

Başlatan Clint_Eastwood, 31 Temmuz 2008, 22:05:10

« önceki - sonraki »

orucreis


orucreis


orucreis

admin 62-1 . sayfaları silemiyozmu

orucreis


germencisse

Simon Kuper serilerini tavsiye ederim. Seri dediğime bakmayın hepsi birbirinden bağımsız kitaplar.

mehmet yılmaz

Alıntı yapılan: germencisse - 19 Haziran 2015, 18:58:22
Simon Kuper serilerini tavsiye ederim. Seri dediğime bakmayın hepsi birbirinden bağımsız kitaplar.


Futbol Asla Sadece Futbol Değildir ve Savaş, Hollandalılar ve Ajax'ı okumuştum. FSFD'yi yeniden okuyacağım.
Savaş, Hollandalılar ve Savaş ilginçti. Şu an yahudi dostu gibi görünen Ajax'ın aslında II. Dünya Savaşı sırasında Feyenoord'dan hiç de aşağı kalmadığını da anlatıyordu.

Mustafa Çevik'in Kutlu Dağlar Ülkesi - Göktürkler romanını bitirdim. Ne yazarı ne de kitabı hakkında bilgim vardı. TÜYAP'ta biraz da yayınevine ve konusuna güvenerek aldım. Roman üç bölümden oluşuyor. Ergenekon Destanı ve Bumin-İstemi Kağanların anlatıldığı ilk bölümü beğendim. Ancak sonrasındaki iki bölüm, hele de üçüncüsü çok sıkıcıydı. Bir sürü Çinli adı, hanedanlar, casuslar, prensesler, Türklerin arasına nifak girmesi, yine bir sürü Türk beyi ve boyu.... o kadar çok ad var ki, baş edemiyorsunuz.

mehmet yılmaz

Her Okuldan Adam Çıkmaz
Harun Odabaşı - Kaynak Kültür


Her Okuldan Adam Çıkmaz, bir ekol okul çalışması aslında. Türkiye'de markalaşmış bazı okulların hikayeleri var kitapta. Çoğu İstanbul'da bulunan ama Anadolu'ya da yayılan bu okullar iş dünyasından siyasete, sanat aleminden spor camiasına kadar pek çok alandaki ünlü isimleri mezun etmiş okullar.

Harun Odabaşı, kitapta bu okulların serüvenlerini anlatıyor. Her birinin farklı hikayeleri var. Çoğu Osmanlı dönemine dayanıyor. Ancak kuruluş maksatları farklı farklı. Eskinin azınlık okulları olan ve günümüzde de kadim isimlerini taşıyan okulların çoğunun misyonerlik amaçlı ve papaz/rahip okulları olarak eğitime başladıklarını görüyoruz. Bunun üzerine Osmanlı'nın milli terbiye amaçlı karşıt okullar açtığını da görüyoruz. Cumhuriyet döneminde ise hem azınlık okulları hem de bu milli okullar laik eğitim sistemine tabi oluyorlar.

Kitabı okurken bu okulların tesadüfen başarılı olmadıklarını görüyoruz. Çoğunun ekol haline gelmesi de hem zaman kavramıyla hem de ilgi ve özenle birlikte olduğunu a görüyoruz.

Mesela babasını kaybetmiş, zeki ve fakir çocuklar için kurdurulmuş olan Darüşşafaka'nın hikayesi gayet ilginç. Keza, Afyon Lisesi'nin de öyle.

Okulların önemli bir bölümünün eski özelliklerini kaybettiklerini söyleyebiliriz. Çoğu bina değiştirmiş; eğitim sistemindeki değişimler onları da değişmeye zorlamış. Bu değişimlerin ekseriyeti ise olumsuz manada olmuş.

mehmet yılmaz

Aluşta'dan Esen Yeller - Serra Menekay - Doğan Kitap 

Merhum Cengiz Dağcı'nın sıkı bir okuruydum. Bütün romanlarını okudum ve onun sayesinde Kırım Türk davasının da iyi bir takipçisi oldum. Bu nedenle 'Aluşta'dan Esen Yeller' adını bir kitabın kapağında gördüğüm zaman mevzuyu hemen anlayıverdim.

Söz konusu kitap Serra Menekay'a ait bir roman. Doğan Kitap tarafından basılmış. Yazarını tanımıyordum ancak öğrendim ki esas mesleği doktorluk olan bir Kırım Tatar'ı imiş. Bu nedenle romanın edebi başarısını falan bir kenara koysak bile Serra Hanım'ın sadece bu çabası dahi takdire şayan.

Roman, II. Dünya Savaşı yılları ve akabinde gerçekleşen 18 Mayıs 1944 Kırım Sürgününün etkilerini merkeze alan bir anlatıma sahip. Hadiselerin farklı diyarlara sürüklediği iki Kırımlı kadının penceresinden anlatılıyor. Bunlardan birisi Nehar. Yolu önce Almanya'ya sonra da Türkiye'ye düşüyor. Diğeri ise Fatma. O ise Urallar'a sürülen Kırımlılardan birisi olarak sonrasında Özbekistan'a ve nihayetinde vatan Kırım'a kadar uzanan bir hayatın sahibi.

Tabii romanda sadece bu iki karakter yok. Hatta aslında çok fazla karakter var. Bir handikap olarak özellikle romanın sonuna doğru biraz da kafa karıştırabiliyor bu durum ama bu ikilinin haricinde anlatıcı pozisyonda olmamasına rağmen Bilal Aga da romanın mihenk taşlarından birisi. Bilal Aga , tam bir Kırım Türk'ü prototipi olarak çıkıyor karşımıza. Nitekim Bilal Menekay, gerçekte yazarın dedesi ve roman da ona ithaf edilmiş.

Romanda Fatma'nın anlattıkları için tamamen gerçek demek doğru olabilir. Nitekim yazar da sunuş kısmında buna işaret ediyor. Savaş öncesi ve sırasında Kırım'daki hayat ve sonrasında katil Stalin'in emriyle gelen büyük sürgünden epeyce iz bulabiliyoruz.
Tabii ben anlatılanların çoğuna Cengiz Dağcı romanlarından aşinaydım lakin Dağcı, savaşa katılıp esir olmuş, sonrasında ise muhacir durumuna düşmüştü. Burada ise bilhassa Fatma karakteri üzerinden sürgüne tabi tutulanların yaşadıkları gözler önüne seriliyor.

Kırım Türklerinin bitmek bilmeyen vatan hasretleri ve sevgileri tarihi gerçeklere uygun olarak verilmiş. Kırım'a kavuşmak için her türlü fedakarlığı yapan insanların mücadelesine şapka çıkardığınız gibi, Kırım'a kavuşamadan, hatta onun adını sayıklayarak vefat eden insanların aziz hatıraları önünde de tazimle eğiliyorsunuz roman boyunca. Mustafa Cemil Kırımoğlu'nu da görmek güzel bir sürpriz oluyor.

Bir okur olarak 'Nehar'ın yaşadıklarının ne kadarı gerçekti? Rudolf hakikaten var mıydı?' diye de merak ediyorum elbette. Gerçi sunuşta yine Nigar Glaser adlı birinden söz ediliyor ama bir kısmı kurmaca olsa gerek çünkü en sondaki fotoğraf albümünde Nigar ya da Nehar'a ait herhangi bir kare yok.

Romanın Kırım davasının anlatılması açısından önemli olduğu kanısındayım. Çünkü 18 Mayıs 1944 sürgünü ve Kırım Türkleri maalesef kamuoyunda yeterince bilinmiyor.

KGB baskısının insan hayatını nasıl altüst edebileceğini ve Sovyet topraklarının Kırımlılar için adeta bir açık hava cezaevine çevrilmesini hissedebiliyorsunuz. En temel insani haklardan bile mahrum bırakılan Kırım Türklerinin sürgüne tabi tutuldukları sahneler ve o ölüm yolculuğu da yürek yakan kareleri oluşturuyor.

Bu arada benim de kısmetse sonbaharda yeni bir romanım çıkacak. O romanda da Ayşe ve Giray adlı Kırımlı iki kardeş var. Sürgünü ve cepheyi yaşayan bu iki kardeşin yaşadıklarını da anlatmıştım. Aluşta'dan Esen Yeller'i okurken benim anlattığım hikayeyle epeyce örtüştüğünü gördüm. Mesela, Rusların Almanya'da Bilal Aga'yı sorguladıkları sahne. Hani şu, Türkiye'den geldiğini söylediği ve Rusça bilip bilmediğini sınadıkları sahne...

Maalesef Kırım davası halen bitmediği gibi Stalin'in ruh ikizi Putin tarafından Kırım Türkleri yeni bir baskı altına alınmış durumda. Bu roman güncelden dolayı daha da önem kazanıyor o nedenle.

mehmet yılmaz

Futbol Asla Sadece Futbol Değildir - Simon Kuper

Futbolun popülaritesi kitaplara çok yansımıyor. Ya da futbolseverler kitaptan pek haz etmiyor da diyebiliriz buna. Bu nedenle futbol kitapları çok satmıyor. Yine de ülkemizde son dönemde bir kıpırdanmadan söz edebiliriz. Dünyayı bilmem ama Türkiye'de futbol kitabı denince akla gelen ilk isim hiç tartışmasız, Futbol Asla Sadece Futbol Değildir oluyor. Öyle ki, kitabı hiç okumamış olanlar dahi bu kitaba atıfta bulunabiliyorlar. Özellikle de isminden dolayı...

Peki, Futbol Asla Sadece Futbol Değildir bu şöhreti hak ediyor mu? Kesinlikle evet. Kitap, kendi kategorisinde bir başyapıt bence. Üstelik Simon Kuper'in bu kitabı daha yirmili yaşlarındayken yazdığı düşünülürse başarısı daha da dikkat çekici olacaktır.

Kitabın orijinal ismi, Football Against The Enemy. Türkçeye 'Düşmana Karşı Futbol' olarak da çevrilebilir belki. Ancak çevirmeni, kitabın içinde de geçen bir ifade olan 'Futbol Asla Sadece Futbol Değildir' demeyi tercih etmiş. Doğru da yapmış. Çünkü bu ifade adeta bir atasözüne dönmüş durumda. Halbuki, Kuper o ifadeyi, futbolun içinde olumsuz başka unsurların da olduğunu vurgulamak için kullanmıştı.

Kitap, genç bir futbolsever ve gazeteci olan Simon Kuper'in dünyanın farklı ülkelerine tek başına yaptığı seyahatlerden bahsediyor. Farklı ülkelerden farklı futbol hikayelerinin peşinde koşuyor Kuper. Bunu da 90'ların başlarında yapıyor.

Biraz ukalaca olsa da başarılı bir üslubu var yazarın. Hikayeciliği iyi. Dediğim gibi bu kitap, futbol kitaplarının dibacesi sayılabilir ülkemiz için. Zaten ilk olarak 1995'te basılmış ve uzun süre piyasada olmayınca adeta bir efsaneye dönüşmüş. 2003'ten beri ise İthaki Yayınlarınca basılıyor. Üstelik Simon Kuper, yeni baskı için Türk futbolunun ve Türkiye'yi de kapsayan özel bir yazı da yazmış.

Kitapta Kuper'le birlikte Arjantin'den Almanya'ya, Kamerun'dan, Litvanya'ya, Hırvatistan'dan, İspanya'ya kadar uzanan pek çok ülkeye gidiyoruz. Hepsinin de merkezinde futbol ve futbolcular var. Eski sosyalist ülkelerdeki futbol hikayelerinden tutun da Latin Amerika'ya kadar bir sürü yer, bir sürü kişi.

Yirmi farklı yazının yer aldığı kitapta Dinamo Berlin ve Doğu Berlinlilerin Hertha tutkusu çok ilgimi çekti mesela. Tabii ki Helmut Klopfleisch'ın taraftarlığı da. Yine Roger Milla ve Kamerun. Yıkılan Sovyetlerin ardından Rus, Ukrayna ve Baltık futbolu da hayli ilgi çekiciydi. Catenaccio'nun mucidi olduğu söylenen Herrera özgün bir adamdı. Yine Gazza'yı yeniden hatırlamak da ilginçti. Tabii sadece o değil, benim gibi yaşı müsait olanlar için Almanya - Hollanda rekabeti vesilesiyle Gullit, Van Basten, Rijkaard'a karşı Matthaus, Klinsmann, Brehme üçlüsü. Yanlarında Rudi Völler de tabii. İtalya'90 veABD'94 Dünya Kupalarını yeniden hatırlamak.

Velhasıl, futbol kitaplarının en güzellerinden biriyle karşı karşıya olduğunuzu rahatlıkla söyleyebilirim.

Duško Milinković

Talha uğurluel - Çanakkale

mehmet yılmaz

Ruh Adam - H. Nihal Atsız - Ötüken Neşriyat - 308 Sf.

Hüseyin Nihal Atsız, Türk edebiyatı hatta siyasi tarihinde kendine has yeri olan isimlerden birisiydi. Fikri etkileri bugün dahi etkisini sürdüren Atsız, saf bir Türkçü idi. Görüşlerine katılıp katılmamak elbette kişiye göre değişir. Ancak tabiri caizse bir marka isim olduğu da bir hakikat.

Atsız'ın bütün kitaplarını okumuş birisi olarak özellikle Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanlarıyla Türk edebiyatında farklı bir kulvar açtığını söylemem lazım. Atsız esasında çok önemli bir halk bilimcidir. Şahsi tahminimi söyleyeyim, onu şiir ve özellikle de romana yönlendiren şey karşıt görüşteki şair ve romancılardır diyebilirim.

Ruh Adam, sunuşunda da ifade edildiği gibi Türk edebiyatında eşine pek rastlanmayan bir roman. Aslında onu üniversite yıllarımda okumuştum ama nedense pek bir iz bırakmamış bende. O yüzden yıllar sonra tekrar okuma gereği duydum. Bu sefer öyle olmadı.

Ruh Adam, bir bakıma fantastik bir roman da. Mete Han döneminde de yaşamış olan bir Türk yüzbaşının, ondan yaklaşık iki bin yıl sonra bu defa Türkiye'de yine bir yüzbaşı olarak yaşadıkları geçmişe yapılan gel gitlerle anlatılıyor. Aşk, nefis, askerlik gibi ikilemlerle mücadele eden yüzbaşı Selim Pusat'ın yaşadıkları hayalle gerçeğin iç içe geçmesinden ibarettir.
Romanda doğal olarak Atsız'ın hem kendi hayatından hem de fikir dünyasından esintiler var. Selim Pusat, öncesini bilemiyoruz ama en azından askerlikten atıldıktan sonra bir ruh hastası durumuna düşüyor. Pusat'ın ordudan atılma sebebi ise 'kralcılık/saltanat' yanlısı olması. Pusat'a göre cumhuriyet kötü bir idare şekli değildir ama askerlik açısından ve iyi komutan yetişmesi adına lazım gelen rejim krallıktır.

Atsız'ın oluşturduğu karakterler arasında en dikkat çekeni Güntülü adlı genç kızdır. Eski bir Türk destanındaki gibi yiğitlerin aklını başından alan bir efsunu vardır bu kızın.

Ruh Adam, ismiyle müsemma olarak ruhlar aleminde dolaşan ve ruhundaki azabı dindirmek uğruna halüsinasyonlar görüp, gerçekle kurguyu birbirine karıştıran bir adamın romanı esasında.

gkhn

Olduğu Kadar Güzeldik-Mahir Ünsal Eriş

İsmini Yıldız Tilbenin bir tweetinden alan oldukça keyifli öykü kitabı. Uzun süredir öykü kitabı okumayan biri olarak, kitabı bitirdikten sonra kendime haksızlık ettiğimi düşünmedim değil.

1-2 günde bitiveren bu öykü kitabı birbirinden sıcak 8 öyküden oluşuyor. Özellikle Samsunu ve Samsunsporu barındıran duygu yüklü son öyküsü Stoper beni deriden etkilemiştir.(2010 yılındaki Samsunspor-MİY maçı).


binikalamadım

Şu Çılgın Türkler - Turgut ÖZAKMAN

bir kez daha...

mehmet yılmaz

Ak Deve - Elçin Efendiyev

Ak Deve, Azerbaycan edebiyatının mühim kalemlerinden birisi olan Elçin'in bir romanı. Bakü'nün bir kenar mahallesinin II. Dünya Savaşı yıllarındaki ahvalini anlatıyor. Elçin, bu romanında çok usta bir anlatıcı olarak beğeni kazanıyor. Romanın kahramanı Aliekber adlı bir çocuk. Tabii o yıllarda bir çocuk çünkü romanda gelecekle geçmiş arasında gidiş gelişler var. Dolayısıyla aynı Aliekber karşımıza yıllar sonrasının önemli bir yazarı olarak da çıkıyor. Bu nedenle Elçin Efendiyev'in hayatı da göz önünde tutulduğunda romanda otobiyografik esintiler de olduğu söylenebilir. Gerçi, Elçin savaşın sonlarında doğmuştur ama iyi bir gözlemci olarak o yılları iyi kurgulamıştır.

Romanın dili akıcı. Her ne kadar karakter sayısı fazla olsa bile -ki bir mahalleyi anlattığı için bu çok doğal- herkesi yeterinde tanıtıp, anlatabilen; okurun zihnine yerleştirebilen bir roman. Konusu itibarıyla Cengiz Aytmatov eserlerini, mahalle romanı olması hasebiyle de Necip Mahfuz'un Midak Sokağını hatırlatıyor. Hatta Şevket karakteriyle Hamide hayli benzeşiyor. Karşılıksız aşklar, ölümler de aynı şekilde.

Elçin, bir trajedi çıkardığı Koca ile Adile'nin aşkını harikulade bir şekilde anlatmış. Mahalle kurgusu çok başarılı. Hanım Teyze karakteri ise bir efsane adeta. Savaşa gidenler, kalanlar ve yolunu bulup gitmeyenler... Hepsi gayet iyi anlatılmış. Savaşın sıradan insanların hayatını nasıl alt üst ettiğini, acıları, hasreti, açılığı, yokluğu ve ölümü hissediyorsunuz.

Ak Deve ise ölümün sembolü kitapta. Balakerim'in anlattığı ve Küçük Aliekber'in hayal dünyasında tebarüz eden bir masal kahramanı.

Hüzünlü ve başarılı bir roman Ak Deve.

mehmet yılmaz

Önce Orhan Pamuk'un bir film senaryosu olan ve sinemaya da aktarılan Gizli yüz adlı kitabını okudum. Filmini seyretmemiştim; ödüllü bir film.

Ardından Ayhan Özköroğlu'nun Hayatın Tüh Noktası adlı kitabını okudum. Değerlendirmem şu şekilde;

Bu kitabı çok daha önce okumalıydım. Bugüne nasipmiş.
Bir kitabın yazarını şahsen tanımak o kitabı okurken sempati duymanıza sebep olabilir; kabul. Ama bu kitabın bana sempatik gelmesinin tek sebebi de bu değildi. Çünkü 'Hayatın Tüh Noktası' hayatın içinden bir kitap.
Bizde okumak ciddi bir eksikliktir ancak en az onun kadar büyük bir eksiklik de yazmamaktır. Bolca konuşuruz ama bir türlü kağıda dökmeyiz bunları. Halbuki ecdad ne demiş? Söz uçar, yazı kalır...
Sıkça verdiğim bir örnektir; mesela bu ülkede milyonlarca insan Hacca ya da Umreye gitmiştir, milyonlarca erkek askere gitmiştir ama kaç kişi bunları kitaplaştırmıştır? Hatta bırakın kitabı, bir günlük olarak yazıvermiştir. Cevabınızı duyar gibiyim. Kim, ne yapacak bizim anılarımızı? Öyle ya, belki de çoğu sıradan, hepimizin yaşadığı şeyler olabilir. Ancak şöyle düşünelim, günümüzden 300 yıl önce yaşamış büyük dedemizden bize bir mektup kalsaydı. Ne kadar ilginç olurdu değil mi? Belki o da günlük ve sıradan şeylerden söz edecekti ama...
Ayhan Özkoroğlu, Samsunlu bir isim. Şehrin tanınan simalarından. Kaleme aldığı 'Hayatın Tüh Noktası' ise kendi kişisel tarihini anlatmaktan ibaret olan mütevazı bir çalışma. Aile fertleri, dostları, arkadaşları da kitabın yardımcı karakterleri.

Aslında Ayhan ağabeyin yaptığı iş büyük bir cesareti de beraberinde getiriyor. Çünkü bizde insanın yeri geldiğinde kendiyle dalga geçmesi çok da fazla yapılan bir iş olmadığı gibi en fazla dost meclislerinde gerçekleşen bir durumdur. Lakin Özkoroğlu, burada kendi zaafları da dahil pek çok şeyi bir kitaba malzeme yaparak, yüreğini bir bölümünü hiç tanımadığı okurlarına açmış oluyor. Çocukluğu, büyükleri, iş hayatı ve hatta bazen özel hayatı bile kitabın konuları arasında. Klasik bir tabir olacak ama bazen güldüren bazen hüzünlendiren hatıraları var kitapta. Kendisi elitist ya da sosyetik birisi olmadığı için de hayatı bizlerin hayatına da epeyce benziyor.
Peki, kitapta en beğendiğim bölümler hangileriydi? Ağırlıklı olarak gülünç şeyleri söyleyebilirim. Mesela balığın yanındaki yeşillik; mesela bir daha ne zaman gol olur?; mesela kılavuzu karga olanın; mesela kusura bakma abi, görmedim gibi anılar...

'Kaçakçı Ayhan Özköroğlu', bir devrin ruh halini yansıtması açısından ibretlikti. Yine KYM aracılığıyla yapılan etkinliklerde karşılaşılan yokluklar ise yürek sızlattı. Eşiyle tanışma hikayesi ise gerçekten çok sıra dışı ve güzeldi.
Bu sevimli kitap ile ilgili iki eleştirim olacak. Birincisi yayınevi tarafından hiç redaksiyon yapılmamış olması. Yani, yazarın gözünden kaçan hatalar düzeltilmemiş. İkincisini ise bizzat yazarına söyleyeceğim. Ee, yazar tanıdık olunca o kadar hakkımız olsun değil mi?