Şiirler-Makaleler-eğitici yazılar

Başlatan kral55, 01 Temmuz 2005, 23:40:30

« önceki - sonraki »

Clint_Eastwood

gecenin bu saatinde
tam seninle yoğunlaşmış
anlatırken sevdamı resmine
bir kelebek konuverdi elime
gecenin ağır karanlığında
odama neden gelmişti
özgürlüğü değil, ışığı seçmişti
tıpkı senin gibi
onu uzaktan sevdim, sevdim
incitmemek için nazik bedenini
onunla sabahlara kadar sohbet ettim
kısa ömürlü bu güzel kelebeğe
sevdayı aşkı sevmeyi anlattım
sanki anlıyordu beni...
hiç masamdan gitmedi
sanki can kulağıyla dinledi
sabaha kadar sana olan sevgimi...
bende ;
özgürlüğü değil, seni seçsem
bir gece ışık dolu odana
bir kelebek gibi süzülüp girsem
ben seni sabahlara kadar seyretsem
seni bıkmadan dinlesem
sende beni okşasan
bana sevmeyi, bana aşkı anlatsan
sonra pencerelerini kapatsan
odanda misafir kalsam, dışarı çıkamasam
inan hiç aldırmam
tıpkı bu güzel kelebek gibi
bir kenarda ölüp kalsam...

Not: Yazarını bilmiyorum

kadir55ist

selam
azrail'in güzelliği

-------------------
-Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı.
Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti

anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine

tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler"hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:

--"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için

Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:

--"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na: --"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:

--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

--"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"

dedi ve devam etti:
--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...

Saygılarımla

HoliganSamSunLu

Ölümlere Gidiyorum

Simdi biraktigim gibi
Her yer yine ayni
Hüzünler
Aglayislar
Haykirislar hep ayni
Dertli sarkilarin calindigi
Hicranlarin ah cektigi
Ölümlerin kol gezdigi yerler
Ve
Seni sensiz yandigim
Agladigim
Umutsuz kaldigim o yerler
Yine ayni
Artik kahramanlik öykülerimi
Daglara söylüyorum
Siirlerimi senin icin yaziyorum
Agir yarali kan icinde yatiyorum
Yaram sarilmaz deli sevdada
Ölümlere gidiyorum..

Clint_Eastwood

ÖLÜ BİR KÖPEK

    Kanlı asfalt, kurumuş kırmızı... Tıpkı gelinciklerdeki gibi... Bir köpek ölüsü var ve üzerinden geçen arabalar... Kimsenin bilmediği, görmediği ve önemsemediği ölü bir köpek... Katılaşmış bir et yığını sadece. Kim önemser ki ölü bir köpeği? Saygı duyan var mıdır? Ya da vurup öldürenin vicdanında sorular var mıdır?

    Ben de ölü bir köpeğim aslında... Tıpkı iş yerimin karşısındaki asfaltta yatan gibi... Üzerimden belki arabalar geçmiyor, cesedim kokmuyor ve kanım kurumuyor... Issızlığımız aynı belki de... Ölüp giden bir köpek... Yaşamakla ölmek arasındaki farkı bilmeden sorgusuzca çalınmış bir hayat ve ardından asfalt üstünde kuruyan kanlar gibi yok olan umutlarım... Oysa o orda duruyor hala, her gün azar azar yok oluyor... Leş yiyenlerin önünde pervasızca duruyor... Ölürken de dik miydi başı? Son kare neydi gözlerinde...

    Her birimiz asfalttayız beklide, kimimiz ezilip ölüyor, kanıyor ve yok oluyor... Kimisi yola devam ediyor... Ölüm yolunda kim uzun kim kısa kalır bilinmezmiş... Bazen o köpek gibi uzansam asfalta... Ezilsem yok olsam unutulsam... Cesedim tanınmasa kurusa kanım kırmızıya boyasa asfaltı... Orda yatan köpekle ayakta duran ben! Ben ayakta mıyım aslında, yoksa çoktan o asfaltta can mı vermişim...

    Görüp önemsemediğimiz bir ayrıntıdır bazen yoldaki ölü köpekler, arabamızla üzerinden geçip gideriz, fark etmeyiz kağıt gibi olmuş cesedin bazen... Biz de olur muyuz onlar gibi? Uzanır mıyız koluna girip ölümün boylu boyunca...

Bir köpek gördüm, koşarken değil
Bir köpek gördüm, havlamıyordu...
Bir köpek gördüm, ölmüştü
Bir köpek gördüm, bana benziyordu...

Bekir Korkut ŞAHİN
     18 Mayıs 2007

Fecr_55

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar, "Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.

Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı iş adamı, terzinin yanına yaklaşıp, "Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "Ben terziyim" yanıtını alınca "Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: "Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
ardindan su yazi sahane gider..:

Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,

Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.

Bir dost göz arayışıyla,

Saat tıkırtısıyla....

Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,

Ama;

''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.

Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.

Yoksa zor değil, hiç zor değil,

Demli çayı bardakta karıştırıp,

Bir başına yudumlamak doyasıya.

Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''

Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra........


CAN YÜCEL




Fecr_55

19 Ekim 2009, 21:25:10 #35 Son düzenlenme: 19 Ekim 2009, 21:28:58 Nuray_55
Ağlamak istiyorum yine..
İçimi dökmeliyim artık..
Dayanamıyorum..
Kelimeler dilimin ucuna kadar geliyor
Ama orada tıkanıyorlar..
Bir türlü anlatamıyorum kendimi..
Belki de kimse anlamak istemiyor beni..
Sıkıyorum dişlerimi ve ellerimi..
Sonra dinliyorum acıyla çarpan kalbimi..
Bir o ağlıyor şimdi,
Bir de gözlerim, her zamanki gibi..
Dertliyim, deliyim yine bu akşam..
Hüzün dolu saniyeleri sayıyorum..
Ve yavaş yavaş geçiriyorum saatleri..
Ellerim titriyor ateşin alevi gibi..
Başım tarifi belirsiz ağrıyor..
Günler üstüme üstüme geliyor sanki..
Ne zaman bitecek bu hikaye Ya Rabbi..

Gerçek sandığım herşey..
Canlar, dostlar ve aşklar..
Hepsi birer birer yalanladı kendini..
Nasılda kanmışım ciddi ciddi..
Hayat bu, oyuncak bir alemdi demek ki..
Oyunun içinde oyun,
Bende rol alan sıfatsız bir karakter..
Ve en sonunda bende unuttum kendimi..
Bütün hedefini kaybedenler gibi..
Düşündükçe mazimi..
Bir de şüpheli geleceğimi..
Batıyorum çamura batar gibi..
Yanıyorum ateşlerde yanar gibi..
Üşüyorum kutupta donar gibi..
Kaybetmişim gücümü ve ümitlerimi..
Hiç sahip olamamıştım onlara belki..
Geçmişi unutmak istiyorum artık yetti..
Geleceğimi ise yaşamamak..
Dünümü silmeliyim bir çizgide..
Yarınımı ise yazmalıyım bir kalemde..
Ama olmadi, olduramadım..
Sağlam bir renk bulamadım..
Sile sile çizgiler,
Yaza yaza kalemler bitmiş, tükenmiş..
Bunlarda yalandı demek ki..
Başaramadım..
Ben hep sahte mutluluğu mu oynamıştım peki?
Hep acımasız mıydın sen hayatım?

Evet öyleydin!

Ve ben seni bugün farkedebildim..
Ne yazık ki çok geç ve vakitsizdim..
Kader, senden tek isteğim..
Alnıma yazıldığını daim bildim..
Bugün bu yazının son cümlesini okumak isterim..

Dayanamıyorum artık bil ki çöktüm..
Gözlerim yaşlı, yüreğim acılı..
İçimi kağıda, yaşları boşluğa döktüm..
Yine ağlıyorum ya gökyüzü misali..
Olmuşum ben iki büklüm..


N_55

ali ihsan

Şehide Mektup

Güvercinlerin uçmuyor artık ağabey
Eskisi gibi...
Kahverengi ceketinde
Hala senin kokun var.
Kızardın senden habersiz giydiğimde
Gurur duyduğum için hatırandan
Şehit ağabeyimin ceketi bu deyip
Giyerim ara sıra kızma ağabey

Artık muslukları ben tamir ediyorum
Tıpkı öğrettiğin gibi
Ben suluyorum annemin çiçeklerini
Mahallenin çocuklarına
Ben öğretiyorum bisiklet sürmeyi
Ben içleniyorum akşamları senin yerine
Beni gam sarıyor, beni hüzünler
Ben düşünüyorum uzun uzun
Yakılan goncaların düşüp derdine
Yani sen varmışsın gibi akıyor hayat
Bir tek sen olup da
Sarılamıyorum ağabey kendime

Karşı komşunun kızı
Siyah giyer gittiğin günden beri
Meğer sevdalıymış sana
Görsen, ak yüzünde hüzünler
Kara sevda yine şehrimizde kol gezer
Kar düşünce oralarda dağlara
Seni anar beraber üşüdüğün kaldırımlar
Üşürsün diye içi yanar
komşu kızının...


Fehmi vardı hatırlar mısın ağabey
İçmiyor artık, içmiyor...
Albayraklar donatmış evin önünü
Meyhanenin önünden bile geçmiyor
Ölçüp biçip söylüyor artık sözünü
Allah demeden hiç ağzını açmıyor
Çok severdi seni
Askerliğini bekliyor
Allahım'a ant olsun ki diyor
Alacağım öcünü

Hala bir tabak fazla koyar
Sofraya annem...
Sanki hiç gitmemişsin gibi...
Düşünsene ağabey, hep buradasın, yanındasın
Yaslamışsın başını sıcak göğsüne
Hep aklındasın ağabey, hep aklındasın
Gün gelecek diyor kavuşacağız
Belki uzak belki yakın buluşacağız
Elbet diyorum ben de elbet

Şimdi ben askerim ağabey
Şehit düştüğün yerde
Mektubunu seni vurdukları
Ağacın dibine bırakırım
Askerlik anılarımı da anlatırım
Bir daha ki sefere
Hoşça kal!
Bir tarafım seninle ama
Savaşmalı bir yanım
 
Ekrem Ceylan


Fecr_55

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?


Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....


O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."

--------------------------------------------------------------


Sampiyonluk görmek bir hayal ise sayet, 0 almaya raziyim..
Gerceklesmeyecek hayalimiz yok sana dair SAMSUNSPOR'um..

Fecr_55

Şehit Vasiyeti


Gene hangi dua'yı okudun anne,
Vurulduğum yerde güneş açtı
Yine mi ağlıyorsun anne,
Cennetime yağmur yağdı

Üzülme anne ağlama, sırtımdan yedim kurşunu kalbimden değil.
Öylece duruyor hayallerim, vatanım ellere yar değil.

İzin günümde be anam.
Yârime mektup yazdım o gün.
Kınalı ellerinin kokusunu özledim demiş,
Bir kalp çizip içine de şafağımı yazmıştım.

Birliğe döndüğümde erkenden yatmış,
Gece beni bir üç nöbetine uyandırmaya gelen çavuşla
Rüyamda seni gördüğüm ve beni uyandırdığı için tartışmıştım.

Sıkı giyin oğlum, hasta olma sakın ve paran varmı diye soruyordun
Bende her zamanki gibi var anne diyordum, var.
Hiç olmadı be anam, hiç olmadı
Nasıl isterdim, ardımda bir yar birde ana bırakmıştım.

Sağ olsun tertibim cemil memleketinden tütün getirmiş, sigarasız kalmıyorduk.

O gece birlikte gittik nöbete.
Yolda bana "Sanki bu gece bir şeyler olacak" der gibi bakıyordu
Ama yiğitti söylemiyordu.
Nöbeti devraldığımızda garip bir sızı çöktü benimde içime.
Sanki terli terli su içiyor, seni üzüyordum be anam, öyle bir şeydi işte.

Nasıl oldu anlamadım!
Cemil " yere yat " dediğinde çoktan yerde bulmuştum kendimi.
Anlamadım vurulduğumu, sıcacık bir şey hissettim sırtımda
Terliyordum, sanki yaz gelmiş öğlen sıcağı çökmüştü tepeme.

Dudaklarım kurudu birden
Cemil " dayan " diyordu, ama ağlıyordu
Gözyaşları yüzüme damladığında verdim son nefesimi.

İşte o an sana ilk ihanetimi ettim anne.
Önce atalarım, sonra yârim canlandı birden gözümde.
Hoş gör be anam, kızma. Bende baba olacaktım
Daha adını bile koymamıştık oğlumuzun, iki ay vardı doğmasına.

Bilmiyorum duyuyor musunuz sesimizi
Korkmayın, ağlamayın, gurur duyun.
Vasiyetimizdir.
Öyle evlatlar yetiştirin ki, adları Mehmet, soyadları Şehit olsun.

VATAN SAĞOLSUN..

Fecr_55

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo

Fecr_55

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.

Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.

Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.

Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.

Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...

CEMAL SAFİ

erkutdem55

Fecr_55 son gönderdiğiniz şiirler çok güzel.Teşekkürler.

ali ihsan

SİTARE - DİLAVER CEBECİ

"Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kanare"

Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays'ı Antere'yi A'şa'yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr'in Suad'ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye
Güneyden kuzeye
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş'in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib'e sığınıyorum
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum
"Ah minel aşk-ı ve halatihi.."
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya'nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
"güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var" diyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Fecr_55

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ...

BU MİLLET BU DESTANI KANIYLA YAZDI...
MÜHİMMAT YETERSİZ, ZAMANSA AZDI...
YÜREKTE VATAN ATEŞİ, MEVSİMSE KIŞTI...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

HASBİNALLAH DEDİ SEYİT ONBAŞI...
YER, GÖK DUYDU SESİNİ, SIRTLADI DAĞ İLE TAŞI...
İMAN İLE YÜKLENDİ, KENDİNİ BİLE AŞTI...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

BELLİ Kİ RAHMAN'IN DESTEĞI VARDI...
BİR BAYRAK ANCAK BÖYLE DOĞARDI...
VAR GÜCÜYLE ÖNCE VATAN DİYE BAĞIRDI...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

CEPHEYE YAĞMUR GİBİ MERMİLER YAĞDI...
SİPERLER SANKİ ETTEN DUVARDI...
DÜŞMANI ANCAK BÖYLE KOVARDI...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

GÖK İLE YER BÖYLE BULUŞTU...
BİR ZAFERİN ARDINDAN BAYRAK DOĞMUŞTU...
TAŞ TOPRAK BİLE DİLE GELDİ KONUŞTU...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

TOPRAĞIN KANA DOYDUĞU AN...
YAZILDI TARİHE KOCA BİR DESTAN...
ÖLMEYE GİDERKEN DEDİKİ ÖNCE VATAN...
İŞTE BU DESTAN BÖYLE YAZILDI...

DEDİLERKİ ÇANAKKALE GEÇİLMEZ...
VATANIN BEDELİ HİÇ BİR ŞEYLE ÖLÇÜLMEZ...
BAŞKA KALEM İLE BÖYLE DESTAN YAZILMAZ...
İŞTE BU DESTAN AKAN KANLA YAZILDI...


Alıntı, adam..


Fecr_55

Egitici ve ibretlik bir yazi olduguna inanarak ekliyorum..

Askerliğini bitirmiş olan genç askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı:
-Anne, baba..Eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar.
Oğulları,
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti. Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne,baba,onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum, dedi babası. Bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, polisten bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.
Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler.Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı..