Şu An Hangi Kitabı Okuyorsunuz?

Başlatan Clint_Eastwood, 31 Temmuz 2008, 22:05:10

« önceki - sonraki »

kalptenþimþek


Serkan

Kürk Mantolu Madonna

Sabahattin Ali


1943'te böyle bir kitabın yayınlanmış olması bile bende tarif edilemeyecek bir his uyandırdı, kitabi okurken yazarin okuyucuda yarattigi duygulari bir kenara biraksam bile kitaba bir butun olarak baktigimda da hala bu guzellige inanamiyorum ve bu kitabi bu kadar gec okudugum icin kendime inanilmaz derecede kiziyorum.

mehmet yılmaz

@serkan
Birkaç ay önce okudum Kürk Mantolu Madonna'yı..
Sabahattin Ali'yi yıllarca okumadım; çünkü lise yıllarımda Nihal Atsız'ın "Hesap Böyle Verilir-İçimizdeki Düşman" kitabını okumuştum. Atsız orada Sabahattin Ali'ye iyice bir bindiriyordu. O yüzden bende bir antipati oluşmuştu. Yıllar sonrasında Kuyucaklı Yusuf'u ve Kürk Mantolu Madonna'yı okudum. Şöyle söyleyeyim, Sabahattin Ali maalesef sanatını siyasetine kurban etmiş, iyi eserler verebilecekken belki de o dönemin pek çok edebiyatçısı gibi siyasete kurban gitmiş. Özellikle Aldırma Gönül ile ilgili birşeyler yazmak isterdim ama epey bir siyasete girmiş oluruz, o yüzden gereği yok.

Kürk Mantolu Madonna, Ali'nin Almanya'daki öğrencilik yıllarından esintiler taşıyan bir aşk hikayesi.
Benzer bir aşk hikayesi de Mehmed Niyazi'nin "İki Dünya Arasında" adlı kitabıdır. Orada da Almanya'da okuyan bir Türk genci Ayhan ile Alman kızı Hildegard arasındaki aşk anlatılır. Ben çok etkilenmiştim doğrusu; birkaç gün etkisinden kurtulmamıştım. Onu da tavsiye ederim.

mehmet yılmaz

Ahmet Çakır'ın Metin Oktay - Taçlı Kral adlı kitabını şimdi bitirdim.
Benim için güzel bir sürpriz vardı kitapta, çünkü 2008'de yazdığım Nuri Asan ve Metin Oktay adlı yazım da yer alıyordu.
Metin Oktay, her ne kadar Galatasaray'a mal olmuş bir isimse de her türlü saygıyı hak eden bir futbol kahramanıdır benim için. Tıpkı Lefter gibi, tıpkı Zeki Rıza Sporel, Süleyman Seba gibi...

kýzýlyýldýz55

Tarihi Değiştiren Askerler - Ali Çimen
tarihi seven abilerimiz ve kardeşlerimiz okusunlar güzel kitab
aklınızdaki bazı sorularada cevab bulabilirsiniz

CurvaSs


YaşarDoğu

Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan

Yavuz BAHADIROĞLU


mehmet yılmaz

Simon Kuper ve Stefan Syzmanski'nin birlikte kaleme aldıkları Futbolun Şifreleri'ni bitirdim birkaç gün önce. Rakamların sıklıkla kullanıldığı ve bu rakamlar üzerine futbolun geleneği ve geleceği üzerine görüşlerin belirtildiği bir kitap. Bazı yerleri zorlama olsa da ilgi çeken ve Kuper'in kendine has üslubunu yansıtan bir çalışma olmuş.



Şemdin Sakık'ın mektuplarından oluşan bir kitaptı. PKK sorunuyla ilgili içten bir bakış vardı. Bazı yorum ve tespitlerine katılmasam da çoğunun dinlenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bizim için terörist, PKK içinse hain olarak görünen bir isim ama özellikle Dağa çıkışlar, kardeşi Sırrı Sakık, Apo şerefsizi ve örgütün iç yüzüyle ilgili önemli tespitleri vardı. Yakın Plan Yayınlarından çıkan 'İhanetin Tarihi'



Ayrıca bir yazardan da bahsetmek istiyorum; geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden Kırımlı Cengiz Dağcı. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam romanlarıyla başlamanızı tavsiye ederim. Zaten sonrasında Yoldaşlar, Onlar Da İnsandı, O Topraklar Bizimdi, Hatıralarda gelecektir.

AlıntıYurdunu kaybeden adam 'ana'sına kavuştu  
MEHMET YILMAZ
Sayı: 878 / Tarih : 03-10-2011  
 

İngiltere'de vefat eden Kırımlı yazar Cengiz Dağcı, 60 yıldan fazla hasret kaldığı vatanına sonunda kavuştu. Londra'daki cenaze namazının ardından naaşı önce Türkiye'ye, sonra da Kırım'a getirildi ve büyük yazar 2 Ekim Pazar günü 'anam' dediği Kırım'da defnedildi.  


'Çok saygılı Yılmaz; Mektubunu üç hafta evvelsi aldım. Benim görme yeteneğim çok zayıf; bu yüzden mektubumu ancak damadımın (damadım İngiliz'dir) yardımıyla okuyabildim. Senin, uzağında olmana rağmen Kırım'a sevgin ve bağlılığın beni çok sevindirdi. Halkımız çok büyük güçler karşısında kaldı. Gene de yarım yüzyıl süren bir sürgünden sonra binlerce insanımızın (resmî rakam 300 bindir sanırım) geri anavatan topraklarına (hiç kimseden yardım almadan) dönebilmesi başlı başına bir başarı sayılır.  Az yukarıda işaret ettiğim gibi görme yeteneğim çok zayıf... Elimden geldiği kadar mektubu okunaklı yazmaya çalışıyorum. Gene de zorluk çekeceğinin farkındayım. Benim yaşım hayli ilerlemiş; bana uzun bir ömür verdiği için Allah'a şükrediyorum. Eşimi, 55 yıl süren bir evlilikten sonra altı yıl evvelsi yitirdim. Kızım Arzu 60 yaşına girecek önümüzdeki yıl. Torunlarım ve büyük torunlarım var; onlar beni arada sırada ziyaret ediyorlar. Şahsıma göstermiş olduğun ilgi ve samimiyetine bir kere daha teşekkür ederken, içten saygı ve selamlarımı sunar, bütün çalışmalarında başarılar dilerim.     C.Dağcı"

19 Kasım 2004'te elime ulaşmıştı bu mektup. Londra'da yaşayan ve Kırım davasının efsanevi isimlerinden biri olan yazar Cengiz Dağcı'nın satırlarıydı bunlar. Sıkı bir okuru olarak ona yolladığım bir mektuba cevaben göndermişti. Aynı Dağcı, önceki hafta Londra'da hayata veda etti.

Dağcı, eserleriyle üniversite yıllarımda tanıştığım ve âdeta fahri bir Kırım Türk'ü olmamı sağlayan bir yazardı. Hatta yazarlığından da öte hayatıyla kıymetli bir yazardı. O bir Kırım Tatar'ıydı. 1919'da dünyaya gelmiş; II. Dünya Savaşı'nı cephede yaşamış ve savaş sonrası ülkesinden ayrılmak zorunda kalan yüz binlerce Kırımlıdan biri olarak Londra'ya yerleşmişti. Bütün kitapları Türkiye'de yayımlanmasına rağmen Türkiye'ye hiç gelememiş bir yazardı ve bu hâliyle dünyada eşi olmayan bir örnekti belki de. 'Onlar da İnsandı' adlı romanı Milli Eğitim Bakanlığı'nın tavsiye ettiği '100 Temel Eser' arasında. Ayrıca uzun yıllar lise edebiyat müfredatında yer alıyordu. Türkiye'deki Kırımlılar tarafından da iyi bilinen bir yazardı elbette.

Dağcı'nın eserlerinin hemen hemen tamamı Kırım'da geçen hikâye ve anılardan oluşur. Kırım'ın asli unsuru olan Türklerin bilhassa Stalin döneminde uğradığı zulümler ve nihayetinde 18 Mayıs 1944 tarihli 'Büyük Kırım Sürgünü' ile Türklerin yok edildiği bir Kırım projesinin gerçekleşmesine kadar uzanan hazin süreç anlatılır. Bu anlamda Dağcı, mazlum Kırım Türklerinin ve hatta sadece Kırım Türklerinin değil, sürgüne maruz bırakılan diğer Kırım halklarının da sesi olmuştur.

Dağcı için Türkçe en önemli unsurdur. Öyle ki onun da tıpkı bizler gibi bir Türk olduğunu bile anlamadan 'Türkçeyi nerede öğrendiniz?' diye soran gazeteciler dahi olmuştur. O ise Türkçe için 'annemin dili' demiştir. Verdiği bir mülakatta Türkçe için şunları söylemişti: "Bugüne kadar yurdumu yaşayabildiysem dille yaşayabilmişimdir. Dilini umursamayan, özellikle yabancı bir ortamda dilini yitiren bir insan, dilden fazla bir şey yitirir. Yurdu ve insanları, geri dönmeyecek şekilde silinip gider onun gözlerinden ve yüreğinden. Yine de bir insan olarak yaşayabilir belki ama o artık kendi yurdunun insanı olamaz! Ben Türkçe değil de İngilizce yazsa idim Türk değil, İngiliz romancısı olurdum."

Dağcı'nın ilk eseri, Sadık Turan'ın (eserin hayalî kahramanı) hatıralarıdır. Ancak hacim olarak hayli büyük olan kitap, Varlık Yayınevi tarafından 1956 ve 57'de iki kitap hâlinde yayımlanır: Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam... Dağcı'nın hayatına dair biyografik çizgiler taşıyan eser, edebi değer bakımından Dağcı'nın acemilik dönemine denk gelmesine rağmen etkileyicilik bakımından belki de en iyisidir. Çünkü anlatılanlar gerçeklik hissi vermektedir. Savaş sırasında zorla Sovyet ordusuna alınan Dağcı, Almanlara esir düşer. Almanlar ilerleyen süreçte esir Sovyet Türk askerlerini toplayarak bir Türkistan Lejyonu oluşturur ve bu lejyon bu sefer Türk ülkelerinin Rus işgalinden kurtarılması için Alman saflarında çarpışır. Ancak Dağcı, Almanların da Ruslardan farklı olmadığını görecektir. Zaten o, Almanların savaşı kaybetme nedenleri arasında, "Girdikleri ülkelerde Almanlar mazlum toplumlara insanca yaklaşmadı!" görüşünü savunur.

Alman ordusu geri çekilmeye başlayınca Türkistan Lejyonu da dağılır. Artık Ruslar için her biri vatan hainidir. Dağcı ve pek çok Türk, ak toprak olarak niteledikleri Türkiye'ye iltica etmek ister; lakin dönemin iktidarı "Türkiye'nin dışında Türk olmadığını" iddia ederek bu talepleri geri çevirir. Yalnızca, birinci dereceden akrabalarının Türkiye'de olduğunu ispat edebilen bir azınlık Türkiye'ye girebilir. Türkiye hayalleri gerçekleşmeyen Dağcı, savaş sırasında tanıştığı Polonyalı eşi Regina ile birlikte Kızılhaç aracılığıyla Londra'ya gider ve zorlu bir hayata başlar. Uzun süre lokantacılık yapan Dağcı, bu süreçte eserler yazarak Türkiye'ye gönderir. Yaşar Nabi döneminde ona kapılarını açan Varlık Yayınları, Yaşar Nabi'den sonra sosyalist bir çizgiye kayınca, sağ görüşlü-milliyetçi olarak niteledikleri Dağcı'nın eserlerini basmaktan vazgeçer. Ta ki Ötüken Neşriyat, 1980'lerin sonlarında Dağcı'yı yeniden Türkiyeli okurlarıyla buluşturana kadar bu hasret sürer. Dağcı, 'Anneme Mektuplar' adlı romanıyla 1988'de Türkiye'de yılın romancısı seçilir. Uzun yıllara yayılan bir süreçte aralarında en başarılı eseri sayılan 'Onlar da İnsandı' ile birlikte "Yansılar" serisi, "Yoldaşlar", "Biz Beraber Geçtik Bu Yolu", "O Topraklar Bizimdi", "Hatıralarda" gibi eserleri art arda yayımlanır.



II. Dünya Savaşı'na katıldık mı?

II. Dünya Savaşı'nın en fazla can kaybı yaşayan milletlerinden birinin Türkler olduğunu kaçımız biliyoruz acaba? Bize tarih derslerinde Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'na girmediği anlatılıyor. Bu bir bakıma doğrudur ancak kesinlikle eksik bir bilgidir... Evet, belki Türkiye bu savaşa dâhil olmamıştır ama gerek Dağcı'nın gerekse de Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un eserlerinden de anlaşılıyor ki savaş Türk dünyasını derinden etkilemiştir.

Bu gerçeğin ifşası için 'İyi ki Cengiz Dağcı'nın eserleri varmış' diyor insan. Edebiyatın ne kadar önemli bir araç olduğunun en güzel örneklerinden biri de onun yaşadıkları olsa gerek. Derin bir trajedi var ortada ve bunun kurbanı yüz binlerce insan. Fakat o acıyı hissettirebilecek bir şeyler eksik kalıyor; unutuluyor. Ama Dağcı, Kırım'ın ve Türklerin II. Dünya Savaşı'ndaki hafızası oluyor âdeta ve eserlerinde büyük bir haksızlığı, zulmü ve soykırımı bütün dünyaya ilan ediyor!

Dağcı hakkında kitaplar yazıldı, eserlerinin tahlilleri yapıldı. En son geçen yıl İstanbul'da çok önemli bir sempozyum gerçekleştirildi. Akademik çalışmalar da mevcut ve bunlar devam edecektir. Türkçenin en iyi romancılarından olup olmadığı izafi bir durum ve belki de bunun hiçbir önemi yok. Çünkü o, yok sayılan, ezilen, yurdundan sürülen bir toplumun sesi oldu. Bizim gibi sözlü kültürün yaygın olduğu bir milletin tarihine şerh düştü ve II. Dünya Savaşı'nın bizce pek bilinmeyen bir tarafını ortaya koydu. Sıradan ve sade bir hayat yaşayan Dağcı, Kasım 2005'te evine sürpriz bir ziyaret yapan dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'u ağırlarken çok heyecanlanmış ve mutlu olmuştu.

Dağcı, 60 yıldan fazla hasretiyle yaşadığı vatanına sonunda kavuştu. Hüzünlü bir vuslat oldu bu. Vefatının akabinde devreye giren Türk Dışişleri Bakanlığı, Londra'daki cenaze namazının ardından naaşı önce Türkiye'ye, sonra da Kırım'a getirdi ve büyük yazar 2 Ekim Pazar günü, yurdunda, Kırım'da toprağa verildi. Kız kardeşi Ayşe ve Kırım milletvekili Mustafa Cemil Kırımoğlu'nun tertip ettiği cenaze için Kızıltaş Müslüman mezarlığı seçilmişti. Dağcı hafta sonu Eskişehir'de Kırımlılar Derneği tarafından da anılmıştı. Gelinkayası, Ayı Dağı, Gurzuf, Kızıltaş, Demirci, Aluşta, Ayvasıl, Yalta ve binbir güçlükle geri dönen Kırımlılar, hemşehrilerine kavuştu artık!

Son olarak sözü Dağcı'nın eserlerini ticari kaygı gözetmeksizin Türk okurlarıyla buluşturan Ötüken Neşriyat'ın Genel Yayın Müdürü Erol Kılınç'a bırakalım: "Cengiz Dağcı, 91 yıllık çileli ömrünü tamamlayıp ebediyet âlemine göçtü. Londra sokaklarında sefaletle mücadele ederken, ülkesindeki kendi insanları da Sibirya tundralarında hayatta kalma mücadelesinde çırpınıyordu! Dağcı, bu ölçüsü tayin edilemez acıları kendi diliyle dertleşecek bir imkândan da mahrum olarak yaşadı ve sadece kendi 'İçindeki Ben' ile konuşabildi. Bundan da işte yirmi küsur eser çıktı. Mesela 'Anneme Mektuplar'... Anne kim? Kırım... Hayallerinde kalmış anası. O Türkçenin yalnız kahramanı! Yalnız Türkçenin değil; Kırım'ın, şanlı bir mazisi olan bir milletin ve ülkenin sesidir."

Devam ediyor Erol Kılınç: "Cengiz Dağcı'yı biz, Varlık'tayken kıskanarak ve Yaşar Nabi'ye şükran duyarak okuduk. Daha sonra yayını kesilince üzüldük. Fakat Dağcı'nın müracaatı ile heyecanla işe koyulduk. İşlerin çok kötü olduğu bir ihtilal sonrası dönemde art arda kitaplarını yayımladık. Satışları az da olsa yayımlamanın mutluluğu bize yetti. Sonradan bu yayın ısrarımız onun tiryakilerini oluşturdu; kalitesi kendine okuyucu buldu."

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-30634-yurdunu-kaybeden-adam-anasina-kavustu.html




mehmet yılmaz

Asuman Güzelce'nin Ötüken Neşriyat'tan çıkan Sessiz Göç adlı uzun hikayesini okudum önce. Doğu Türkistan'da yıllardan beri süren Çin zulmünün anlatıldığı bir hikaye, baskılar sonucu göç etmek zorunda kalan Uygur Türklerinin yaşadıklarını Kuyaş adlı bir Uygur kadının gözünden anlatıyor. Bu arada Güzelce, Ladikli imiş, hemşerimiz.

Ardından yakın bir coğrafyadan bir roman okudum; Bin Muhteşem Güneş... Afgan yazar Halid Hüseyni'nin ( Khaled Housseini ) Uçurtma Avcıları'nı tavsiye üzerine yazın okumuş ve epeyce etkilenmiştim. Bu sefer başıma gelecekleri bilerek okudum Bin Muhteşem Güneş'i. Afganistan'ın ve halkının dramını anlatıyor. İşi daha da trajik hale sokan ise kahramanlarının iki Afgan kadın olması. Etkileyici, hüzünlü...

emre

Okay Tiryakioğlu'nun Yavuz adlı kitabını bitirdim ben de son olarak.İskender Pala'nın Şah ve Sultan'ında ki aynı zamanları farklı bir bakış ve hikaye ile anlatmış.Yaptığı uzun tasvirler arada sıksa da gayet güzel bir kitap çıkmış ortaya.Yine de Şah ve Sultan kadar etkileyici değil bence.Ayrıca hikaye sadece Yavuz tarafından anlatılmış,Şah İsmail tarafına pek girilmemiş.

Uçurtma Avcısı'nı merak ediyordum ben de alıp okumak lazım en yakın zamanda..

Ajan

Cep boy kitaplar ile normal kitaplar arasında bir fark var mı? Yoksa sadece boyutundan dolayı mı cep boy olarak adlandırılıyor?

GökhanÇağlar


mehmet yılmaz

Alıntı yapılan: Ajan - 30 Ekim 2011, 00:47:36
Cep boy kitaplar ile normal kitaplar arasında bir fark var mı? Yoksa sadece boyutundan dolayı mı cep boy olarak adlandırılıyor?


Eren, boyutdan başka bir farkı yok, aynı şeyler :) Tabii bir de fiyat farkı var, cepler daha uygun.

Alıntı yapılan: GökhanÇağlar - 30 Ekim 2011, 01:04:43
Tarık Buğra-Osmancık


Muhteşem bir kitap. Malhun Hatun, Holofira, Orhan, Dündar Beğ, Samsa Çavuş, Mihal, Saniye, Ertuğrul Bey. Tarık Buğra'nın Küçük Ağa ile birlikte erişilmez iki byük eserinden birisidir.

ali ihsan

Mehmed NİYAZİ- PLEVNE...( Tarihi Roman )

Tuna'da akan su değil, kaderimizdi; ya cihangir olacak, ya da sıradanlaşacaktık. Orası artık bizim için ne bir belde, ne şehir, ne de kaledir; vatan sevgisinin, onurun, yiğitliğin abideleştiği mekândır. Hiçbir yaralı esir, galibine öyle yelesi kabarık aslan heybetiyle görünmedi; tarihte yenen, yendiğinin gölgesinde bir başka yerde kaybolmadı.

HAFTA SONU ELİME ALMAMLA BİTİRMEM BİR OLDU.HOCA KÜLTÜR HAYATIMIZA MUHTEŞEM BİR ESER DAHA EKLEDİ.GAZİ OSMAN PAŞA ve MİRALAY YUNUS PAŞA ...VE DAHA NİCE YİĞİTLER...MUTLAKA OKUYUN ve GENÇ NESİLE MUTLAKA OKUTUN...



Serkan

Mehmet abi bazı kitaplar vericektin bana: d