Samsun’u Romanlarda Okumak

Başlatan mehmet yılmaz, 17 Haziran 2015, 16:25:32

« önceki - sonraki »

mehmet yılmaz

http://www.haberexen.com/samsunu-romanlarda-okumak-882465h.htm

Samsun'u Romanlarda Okumak

Mehmet YILMAZ - Haberexen Dergi Ocak 2015 

Bir şehri farklı kılan şeylerden birisi de oranın özgün kimliğidir. Bu kimliğin oluşmasında en etkili unsurlardan birisi ise elbette edebiyattır. Peki, Samsun'un Türk edebiyatındaki yeri nedir? Samsun'u anlatan romanlar var mıdır? Gelin bu sorulara birlikte cevap arayalım.

Beşeri coğrafyacılar 'Şehirlerin ruhu vardır ve içinde yaşayan insanları etkiler' derler. Gerçekten de öyle midir? Bir şehrin ruhu ya da karakteri o şehrin sakinine de tesir eder mi? Büyük ihtimalle, evet. Özellikle taşra şehirlerinde bunu rahatlıkla görebiliriz. İnsanların davranışları, dünya görüşleri, tepkileri, halleri, beğenileri, nefretleri ve hatta yiyip, içtikleri birbirine çok benzer. Bizdeki ilk diyalog cümlesinin 'nerelisin hemşerim?' olması da bu benzerlikler üzerinden değerlendirilmelidir.

Samsun'a baktığımızda da bu havayı görebiliyoruz aslında. Mesela ilçeler. İnsanların kafasında bir Kavaklı, bir Çarşambalı prototipi mutlaka vardır ve üç aşağı beş yukarı da tutar bu benzeştirme çabası. Samsun merkeze baktığımızda ise hakim kavramın 'deniz' olduğunu söyleyebiliriz. Bir de deniz üzerinde gidersek Karadenizlilik. Ancak Samsun, bölgenin en özel nüfus yapısına sahip şehri. Çünkü heterojen. Yani, Samsun'da sadece Samsunlular değil Doğu Karadenizliler, Orta Karadenizliler, Kafkas ve Kırım göçmenleri, mübadiller, Balkan muhacirleri de yaşıyor. Bu anlamda Samsun bir geçiş sahası. Bu olumlu da yansıyabiliyor, olumsuz da.

Üstelik Samsun'un bu toplanma ve ardından dağılma merkezi olma durumu yeni de değil. Şehir kurulduğundan beri böyle süregelmiş. İşte bu süregelme ve çok çeşitli olma hali Samsun'u anlatan romanlara da yansımış.

Samsun'un İzini Romanlarda Sürmek


Tespit edebildiğimiz kadarıyla konusu Samsun'da geçen 11 tane roman var. Bu romanlar farklı dönemleri konu edinebiliyor. Kronolojik olarak gidersek eğer Mehmet Yılmaz'ın Derviş Hoca adlı romanı 1420-1453 arasındaki Samsun'dan kesitler sunuyor bize. Bu kitapla birlikte Osmanlı'nın parlak dönemlerine gidiyoruz. Romanda bugün yerinde yeller esen Samsun Mevlevihanesi ile birkaç taşı kalmış olan Samsun Kalesi de kendine yer buluyor. Ayrıca Samsun Medresesi, Şeyh Kutbiddin Tekkesi gibi mekanların yanı sıra Akşemseddin, Şeyh Hamza, Hasan Es Samsuni gibi tarihi şahsiyetler ve İstanbul'un Fethi sonrasında Samsun'dan oraya giden Türk nüfus gibi hadiseler de karşımıza çıkıyor.

1895-1995 arasındaki yüz yıllık dönemi anlatan bir roman ise Ayfer Tunç imzalı. Tunç'un ve kitabı 'Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi' adlı romanının bazı farklı özellikleri var. Mesela Tunç, diğer yazarların aksine ne Samsunlu ne de Samsun'da bir müddet yaşamışlığı var. Üstelik kitabın şöyle de ilginç bir tarafı var ki, Samsun'u ve Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesini anlatmasına rağmen bir defa bile Samsun ismi geçmiyor kitapta. Son derece sıra dışı bir kurgusu ve farklı bir anlatımı olan roman hakikaten çok başarılı. Romanda biz Samsunluların rahatlıkla çıkarabilecekleri mekȃnlar, kurumlar isimleri değiştirilerek kullanılmış genelde. Ama Site Camiinden, Mecidiye Pasajına; 56'lardan Büyük Otel'e kadar pek çok yeri aynen tarif edildiği için bizce malum mekȃnlar oluyorlar.

Şehrin 1910 yılındaki halini öğrenebileceğimiz iki mühim roman var sırada. Önce Samsun safhası 1910'lardan başlayıp 1980'lere kadar uzanan ve acıklı bir aile hikayesinin anlatıldığı Islak Kentin İnsanları ile başlayalım. Kendisi de Samsunlu bir kalem olan Zerrin Koç'un bir romanı bu. İsminden de anlaşılacağı üzere Samsun'da geçiyor. Buhara'dan göç edip gelen bir ailenin ülke kaderiyle kesişen yazgısı konu ediliyor. Roman üzerinden şehrin yaşadığı değişimi de görebiliyoruz. Tarım ağırlıklı bir hayat tarzı zamanla merkezde yerini ticarete bırakıyor. Hacebe Mahallesi, Mecidiye gibi mekȃnlar ağırlıklı olarak kendine yer buluyor romanda. Samsun'a daha çok kadınların gözünden bakıyor. Kadıköy, Söğütlübahçe gibi yerler de var.
Yıllar ilerledikçe Samsun da değişiyor bir bakıma. Roman 1980'lere kadar uzanıyor.

1910'lardan başlayan bir diğer roman ise Hasan İzzettin Dinamo imzalı 'Savaş ve Açlar.' Roman büyük bir trajediyi insana her hücresinde hissettirecek kadar duygu yüklü. Tabii bundan anlatılanların neredeyse hepsinin gerçek olması ve bizzat yazarı tarafından yaşanması da hayli etkili olmuş. Balkan Harbi öncesi Samsun'a gelen bir ailenin küçük çocuğu Musa'nın gözünden anlatılan romanda, Musa'nın babası ve büyük ağabeyinin I. Dünya Savaşı'na gitmeleri, geride kalan annesi ve kardeşleriyle birlikte verdikleri hayat mücadelesi, felaket dolu günler var. Samsun'un Cihan Harbi yıllarındaki perişan hali mükemmel bir şekilde anlatılmış. Liman, Mert Irmağı, Tütün Fabrikası, Mezbaha, Askeri Hastane, Çarşamba, Kafkas harekatı, Ermeniler, Rumlar... O döneme ait pek çok şey yer buluyor romanda kendisine. Roman tamamen Samsun'da geçiyor ve 1918 yılında sona eriyor.
Öksüz Musa ise yine Dinamo'ya ait ve Savaş ve Açlar'ın devamı niteliğinde. Burada ise ilk kitapta Darül Eytam'da bıraktığımız Musa'nın hikayesi devam ediyor. 1919'a kadarki süre anlatılırken, o tarihten itibaren İstanbul yolcusudur artık.

Tabii biz 1919'un Samsun'unda kalmış oluyoruz ama bizi tam da o tarihten alıp 1923'lere kadar götürecek olan bir başka romana yelken açabiliriz. Samsunlu bir elektronik mühendisi ve aynı zamanda bir mübadil de olan Akın Üner'in Çalı Harmanı romanından söz ediyoruz. Üner'in romanı bize Milli Mücadele yıllarındaki Samsun'u anlatıyor. Tabii o dönemde Samsun'un tek yerlisi biz değiliz; Rum ve Ermeniler de var. Burada ise Rum ve Türk kahramanlar üzerinden Samsun anlatılıyor. Saathane, Büyük Cami, Mecidiye gibi alanlarla Ökse, Çırakman, Başköy gibi bugünkü Tekkeköy'ün köyleri de yer bulabiliyor kendisine. Derbent, Kocadağ, Nebiyan Dağı gibi alanlar da keza...

Gerek Savaş ve Açlar gerekse de Çalı Harmanı, o yılların Samsun'unun ulaşım şartlarını anlatması, Rum çeteciler, eşkıyalar ve Rus donanmasının Samsun'u bombalaması gibi tarihi hadiseleri de içermesi bakımından önemli eserler.

Cumhuriyet Döneminden Samsun Manzaraları


1920'lerden sonra biraz zaman atlıyor ve 1950'li yıllara geliyoruz. Şule Ersin'in 'Madam Kovacs Artık Dönmeyecek' adlı romanı adeta bir pembe dizi romanı gibi. Başarısız olduğunu asla söyleyemeyiz lakin anlattığı olaylar ve kişiler tamamen Samsun sosyetesi. Zaten Madam Kovacs da Samsun'da iş yapan Avrupalı birinin eşi. Romanda bizi daha çok alakadar eden şeyler ise şehir halkının kültürel ritüellerinin izini sürmekti. Nitekim bir türlü yapımı bitmeyen limandan tutun da Kızılay Gençlik Kampına, İsa Baba Türbesinde adak adayıp piknik yapmaktan Matasyon'daki deniz eğlencelerine kadar şehrin hafızasına dair pek çok şeyi bulabiliyoruz. 

Elbette bilinçli olarak yapmıyor ama tam da Şule Ersin'in 1960 Darbesiyle birlikte bıraktığı yerden bu sefer başka bir romancı bayrağı devralıyor. Doğan Kan, 1960'ların başında Rize'den Samsun'a göç ettirdiği kahramanının şehirde tutunma mücadelesi, aile kurması ve bir bakıma Samsunlu olma sürecini anlatıyor. Hatta kahramanımızın çocukları oluyor ve onlar da 12 Eylül fırtınasına kapılıyorlar. Burada ise Samsun'un Kökçüoğlu, Cedit gibi mahalleleri ile Tekel Binaları, Saathane, Liman, Bağdat Caddesi gibi güzergahlarını görebiliyoruz. Nitekim Zerrin Koç da Islak Kentin İnsanları'nda bizi getirip tam da 80'li yıllarda bırakıyordu.

1980'lerin Samsun'unu ise Samsunlu olmayan ama Samsun Anadolu Lisesi'nde yatılı okumak için çocuk yaşta Samsun'a gelen Alpaslan Akkuş'un bir gençlik romanı da diyebileceğimiz Kaderle Zar Atılmaz'ında bulabiliyoruz. Bir öğrencinin Samsun'da geçirdiği 7-8 yıllık bir dönemi işleyen roman eğlenceli üslubuyla dikkat çekerken aradığımız şeylerin pek çoğunu bize sunuyor. Samsun pidesi, Çiftlik'teki voltalar, yeni yeni ortaya çıkan kafeler, Samsun Fuarı ve SAL özelinde Çarşamba Mahallesi, okul kültürü ve sair.

Derviş Hoca'da bizi 15. yüzyılın Samsun'una götüren Mehmet Yılmaz, Bir Gün adlı uzun hikayesinde ise tam da 1999'un yazına götürüyor. 21 Haziran 1999 gününe sığdırılmayan çalışılan bir günlük müstesna bir aşk hikayesini anlattığı kitabında Samsun'un Atakum Eğitim Fakültesinden, eski otogara kadar olan manzarasını tamamen kullanmış yazar. Gençlik Parkı, Meydan, Konak Sineması, Gazi Caddesi, Çiftlik, Doğu Park, eski otogar, minibüs ve dolmuş hatları, Bulvar gibi bir çoğu değişikliğe uğramış olan mekanlar kullanılırken, Samsun pidesi, dondurması gibi kültürel unsurlara da yer verilmiş. Bir bakıma Samsun'un şehir ruhu bu aşka yansıtılmış.

Günümüze en yakın zaman dilimiyse yine Akın Üner imzalı bir başka romanda karşımıza çıkıyor. Mümin Bulut adlı romanında çift zaman kullanan Üner bir yandan Evrenos Gazi dönemini diğer yandansa 2011 yılında içinde Samsun'un da bulunduğu yerleri anlatmış. Romanda Tekkeköy'e bağlı bir mübadil köyü olan Çırakman'la birlikte Samsun merkez de hayli yer tutmuş kendine. Amisos Tepesi, tramvay ve hattı, Gelemen Çiftliği gibi yerler de ayrıntılı olarak işlenmiş.

Özetle, bir şehrin yerel tarihinin izlerini edebiyat eserlerinden sürmek pekala mümkündür. Konusu Samsun'da geçen romanlar takip edildiğinde de Samsun'un sosyo-ekonomik özellikleri ve halk kültürü hakkında da bilgi sahibi olunabiliyor. Umarız ki mevcut romanları okuyanların sayısı artsın ve Samsun'la ilgili daha fazla eser verilsin. 


Samsun'da Geçen Romanlar ve Anlattığı Dönemler

1-   Derviş Hoca - Mehmet Yılmaz ( 1420-1453 arasındaki Samsun )
2-   Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi - Ayfer Tunç ( 1895- 1995 arasındaki Samsun )
3-   Islak Kentin İnsanları - Zerrin Koç ( 1910-1986 arasındaki Samsun )
4-   Savaş ve Açlar - Hasan İzzettin Dinamo ( 1910-1918 arasındaki Samsun )
5-   Öksüz Musa - Hasan İzzettin Dinamo ( 1918-19'un Samsun'u )
6-   Çalı Harmanı - Akın Üner  ( 1919-23 arasındaki Samsun )
7-   Madam Kovacs Artık Dönmeyecek - Şule Ersin  ( 1950'li yılların Samsun'u )
8-   Kızgın Demir - Doğan Kan ( 1960-1980 arasındaki Samsun )
9-   Kaderle Zar Atılmaz - Alpaslan Akkuş ( 1985-1992 arasındaki Samsun )
10-   Bir Gün - Mehmet Yılmaz ( 1999 yılının Samsun'u )
11-   Mümin Bulut - Akın Üner  ( 2011'in Samsun'u )

Romanlardan Kesitler:

O yıl ( 1950'ler ) tüccar sayısı oldukça çoğalmış. Özellikle tütün işi büyük bir tırmanış göstererek, ticaret yaşamında ilk sıraya yerleşmiş görünüyor. İkinci sırada tekstil ürünlerinin toptancıları göze çarpıyor. Zahireciler Saathane Meydanı'nı tutarken Subaşı, zanaatçıların elinde. Ünlü bakırcılar yokuşu, torna tezgâhları, ayakkabı yapımcıları, terziler, eczacılar, yorgancılar, doktor muayenehaneleri gene aynı yerde. Kereste piyasasına, batı Trakya ve Yugoslavya'dan gelen göçmenler hakim durumda. Saathane Meydanı'nın dik uzanan sokaklarında kuyumcular bulunuyor. Şehir o günlerde ilçe ve köylerin akımından uzaktır. Ekonomik gücün yarattığı sosyal yapıdaki ayrım oldukça belirgin. Şehir kulübü üye seçiminde oldukça titiz davranmakta, zanaatçı tek üye kabul etmemektedir.
Islak Kentin İnsanları - Sf. 200

         ***
( 1945 yılında ) Samsun halkının en önemli özelliklerinden biri giyime kuşama olan düşkünlüğüydü. Genç kızlar, vistra adı verilen yumuşak keten elbiselerin üstüne dekor alırlardı. Dekor, günümüzdeki tüniğin o zamanki adıydı. Uzun kollu, kalçaları örten tek düğmeli ayrı bir giysiydi bu. Tek düğme kapatılmazdı. Ayakkabılar, dolgu ökçeli, tokalı ya da zincirli olup, el yapımıydı. Kız çocukları daha çok gropdechen ya da birman adı verilen, canlı renklerden oluşan kumaşlardan hazırlanmış giysiler kullanırdı. Orta sınıfın altındakiler mevsimine göre, basma, poplin, divitin, pazen kumaş kullanıyorlardı. Erkekler bol paçalı keten ya da yünlü kumaşlardan hazırlanan kemer altından serbest pensli pantolon, üstüne de Frenk yakalı gömlek, yelek, ceket ve fötr şapka alırlardı...
Islak Kentin İnsanları - Sf. 142-143

         ***

'Ne diyeceğuz şimdi?' diye ablasına sordu.
'Karga, karga bu çürük dişimi al, bağa yenisini ver diyeceksun.'
'Atmazsam vermez mi?'
'Dişsiz kalırsın sonra...'
Bunun üzerine Musa, Asile ablasının kendisine öğrettiği lafları yenileyerek dişi dama fırlattıysa da ulaştıramadı.
Savaş ve Açlar - Sf. 65-66
         ***
Musa, ertesi sabah yine emektar kovasını eline alarak salhanenin yolunu tuttu. İkinci kuduz olayından sonra şimdi köpeklere daha dikkatli bakıyorsa da yine de onlardan korkmuyordu.
Savaş ve Açlar - Sf. 340

         ***
Burası mıymış Çiftlik Caddesi? İnsan iki yanda bahçeli evler, meyve ağaçları falan bekliyor. Oysa her şey adıyla tezat burada. İki yanda, yan yana dizilmiş birleşik nizamlı apartmanlar, boğucu bir trafik ve alabildiğine kalabalık.
Mümin Bulut - Sf. 81
         ***
Bu gece bıldırcın yağdı! Yani böyle söylenirdi. Bıldırcınlar uçarken eğer yağmur yağarsa, ıslanırlar ve uçamazlardı. O zaman patır patır dökülürler bahçelere, kırlara. Karanlıkta mahallenin delikanlıları ellerinde fenerlerle toplamaya çıkarlardı bıldırcınları...
Madam Kovacs Artık Dönmeyecek - Sf. 212
         ***
Sonra bellerinde tabancalarıyla iki piyade askeri, siyah cüppesiyle bir papaz, hemen karşı sırada yürüyen sakallı bir Mevlevi tekkesi müridi...  Karadeniz'in tuzlu ve ıslak kokusu Mecidiye'yi dolduran karma karışık insan kalabalığının aromasıydı sanki. (...) Caddenin sonuna gelindiğinde Subaşı Meydanında pek de alışılmadık bir kalabalık toplanmıştı.
Çalı Harmanı - Sf. 11
         ***
Karadeniz şehirlerinden birinde, denize sırtını dönmüş biçimde inşa edildiği için görenlerin içinde anlamsız bir küslük duygusu yaratan bir ruh sağlığı hastanesinin en üst katındaki konferans salonunda...
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış anlatılan Kısa Tarihi - Sf.9
         ***
Hızlı hızlı yürüyorum. Karşıma Gazi Müzesi çıktı. Sola dönüyorum. İşte, Konak Sinemasının merdivenleri göründü. Kim bilir kaç tane aşık burada kavuştu? Kaç kişi için buluşma noktası oldu burası? Bu merdivenler ne hatıralar taşıyor kim bilir? İki büyük sütunun arasında dört-beş basamaklı merdivenler... Yanındaki panoda salonlarda gösterilen filmlerin afişleri var. Üzerlerinde hangi salonda, saat kaçta oldukları yazıyor.
Merdivenlerdeyim şimdi. Acaba hangi taraftan gelecek? Mecidiye istikametinden mi; Gazi Caddesinden mi; yoksa anayoldan mı? Evi Çiftlik Caddesinin üst sokaklarından birindeydi. Evinin yerini iyi biliyorum. Çünkü taşınmalarına yardım etmiştik. Bir o yana bir bu yana bakıyorum. Etraf tenha sayılır. Karşı tarafta göz alıcı meyvelerini tezgâhlara yerleştirmiş manavlar var.
Gazi Caddesinin bittiği yerde tarihi bir bina var, eskiden Askeri Hastane imiş. O binanın karşısında bugün atıl durumda olan Tekel'e ait Sigara Fabrikası var. Şimdi bir heyula gibi duran, eski ve büyük bir bina. Ambar kısımları yıkılarak açık otoparka çevrildi bir müddet önce. Tütün kokusu binanın üzerine o kadar sinmiş ki; halen kesif bir koku duyulur pencerelerine yaklaşılınca. Meşhur, Samsun sigarası orada üretilirmiş zaman-ı evvelde. Fabrikanın işlediği dönemlerde Ramazan gelince oruç tutan tiryakilerin, sürekli o caddeden geçtikleri söylenir.
Bir Gün - Sf. 38-39
         ***   
Yol boyunca heyecanım had safhada idi. Mevlevihane'den çıktıktan sonra zeytin bahçelerinin arasındaki yollardan yokuşu çıkıyorduk. Geriye dönüp bakınca çok güzel bir Karadeniz manzarası görülüyordu. (...)Hamamların olduğu muhite kadar yürüdük. Hamamların etrafında evler vardı. Hemen hepsi beyaz badanalı ve tek katlı olan bu evler birbirine çok benziyordu. Çevreleri taş duvarlarla örülmüş ve tahta bir kapıdan bahçesine girilen evlerden birine yaklaştık.
Derviş Hoca - Sf. 118-119
         ***
Sanayi sitesine gitmek için, Samsun'un en lüks semti olan İstiklal Caddesinden geçmek gerekir. Elli altılardan sonra Tekel binası karşımıza gelir. Tekel binasının arka yüzü Mert Irmağına bakar. İşte bu sanayi sitesi, Mert Irmağının öteki yakasından başlayarak garajların arkasına kadar uzanır.
Kızgın Demir - Sf. 83

Ayfer Tunç: Karadenizli Olduğumu Keşfettim

Delilik üzerine bir roman kurguluyorken, Samsun'daki akıl hastanesinin tarihi çıktı karşıma. Karadeniz'de böyle bir hastane vardı. Azınlıkların Türklerle birlikte kurduğu bir hastane. Şu an faaliyette hâlâ. Bu tarihin gerçek bir cumhuriyet tarihi olduğunu fark ettim. Hastanenin temeli 1896'da atılıyor. Hamidiye Hastanesi'yle aynı zamanda yapımı bitiyor ve bugün hâlâ Samsun'da hizmet veriyor. Bu hastane çevresinde bir hikâye örmek istedim.

Dediğim gibi, bir akıl hastanesi kurgulamak istediğimde Türkiye'nin nerelerinde akıl hastaneleri var diye baktım. Adana, Elazığ, İstanbul, Manisa... En büyüğü Bakırköy. Ama Samsun'dakine karar verdim. Çünkü benim de Karadeniz köklerim var. Bir de tabii Karadeniz insanının şaşırtıcı zekası; ters köşe.

Kurgunun başlangıcı için hastanenin önemli bir özelliğinin olması gerekiyor. Peki, bu nasıl olabilir? Şimdi deniz bize sonsuzluk fikrini verir. Ve de huzurdur aynı zamanda. Hastane de Karadeniz kıyısında olunca, ipler hemen birbirine düğümlenmeye başlıyor. Bu hastanenin denize bakan cephesinde penceresi olmasa nasıl olur diye başladım.
Milan Kundera, 'her roman bir keşiftir' der. Ben de bu romanı yazarken şunu keşfettim. 'Ben aslında tam bir Karadenizliymişim.' Çünkü ailemin köklerinin bir tarafı Varna'ya, bir tarafı Rize'ye bir tarafı da Kafkas'a dayanıyor ve üçü de hem batıdan hem de doğudan Karadeniz kıyısında.


esedullah

Bu romanlara ulaşabileceğimiz yerler neresi.Herhangi bir kitapçıdan bulabilir miyiz ?