Şu An Hangi Kitabı Okuyorsunuz?

Başlatan Clint_Eastwood, 31 Temmuz 2008, 22:05:10

« önceki - sonraki »

mehmet yılmaz

Siyah Kan
Jean-Christophe Grange - Doğan Kitap




Kitaplar hatta romanlar da sınıflara ayrılıyor. Tarihi romanlar, gençlik romanları, bilim kurgular, biyografik romanlar, aşk romanları... Bir de polisiye/gerilim türü var tabii. Türkiye'deki en bilinen örneğini Ahmet Ümit oluşturuyor. Okuduğum son Ahmet Ümit kitabından bahsederken bir arkadaşım, Grange'ın Siyah Kan'ını tavsiye etti. Grange'ı daha önce hiç okumamıştım. Nehirler Kırmızı Akacak ve Kurtlar İmparatorluğu romanlarının sinema uyarlamalarını ise seyretmiştim. 'En iyisi Siyah Kan' deyince okumaya karar verdim. Esasında polisiye/gerilim pek öyle hususen okuduğum bir tür değildi ama...
Kitap kalınca bir kitap ancak sürükleyici olduğunu söylemem lazım. Bir edebiyat şaheseri falan değil. Hatta roman havası olduğu kadar sinema filmi kurgusu da var. Romanda iki ana karakter var. Birisi Fransız bir gazeteci olan Marc. Diğeriyse vatandaşı olan eski bir şampiyon dalgıç. Dalgıcımız aynı zamanda ağır bir vaka, gerçek bir psikopat. Jacques Reverdi adlı bir psikopat, Güneydoğu Asya'da işlediği seri cinayetlerden sonra tutuklanmıştır. Gazeteci ise onunla irtibat kurabilmek için sahte bir kimlik ediniyor. Elisabeth adlı bir genç kızmış gibi davranan Marc, mektup ve e-postalar aracılığıyla irtibat kurduğu Jacques'ın talimatlarını uygulayarak onun sırrına vakıf olmak amacında. Bir de Kuzey Afrika kökenli bir Fransız vatandaşı olan Hatica var. Kız kültürel olarak Müslüman ama romanda göreceğimiz gibi dinle de pek bir ilgisi yok tabii. 
Romanda özellikle son bölümlere yaklaştıkça gerilim unsuru hayli yüksek tutulmuş. Sıkı bir karakter oluşturmuş Grange. Ancak romanda bazı mantıksızlıklar da yok değil. Bazı cinayetlerin bu kadar çabuk kapatılabilmesi ve yine ünlü bir yazar ve yine ünlü bir manken olan iki kişinin hayatı kabusa dönerken, yani onlar tam da bu kadar popülerken hayatın hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor olması. Sansasyonel cinayetlere rağmen medyanın hiç ortada görünmeyişi gibi.
Yazar çarpıcı bir final oluşturmak istemiş. Ancak okur için çok da şaşırtıcı olduğunu söyleyemem. En azından beni pek şaşırtmadı. Yine de türünün iyi örneklerinden birisi olduğunu pekala söyleyebilirim.

eprianu

Son olarak Iskender Pala'nın Mihmandar, Od, Efsane ve Peygamber Efendimiz sav in hayatını mükemmel bir dille anlatan Bülbülün Kırk Şarkısı adlı kitabını okudum. Tavsiye ederim

mehmet yılmaz

Ahmet Dönmez ve Ufuk Köroğlu'nun '17 Aralık - Sıfır Noktası' adlı kitabını okudum. Mevzu malum...

Ardından iki tarihi roman okudum. Birisi Okay Tiryakioğlu'nun 'Fatih Sultan Mehmed Han', diğeriyse bence Türk edebiyatının en başarııl tarihi romanı olan Tarık Buğra'nın Osmancık'ı...

Bu iki romanla ilgili görüşlerimi paylaşayım.

Bana göre Türk edebiyatının en başarılı tarihi romanı Osmancık'tır. Tarık Buğra'nın 1982 yılında neşrettiği romanı, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey'i anlatan bir roman. 'Osmancık - Cihan devletini kuran irade, şuur ve karakter' balığıyla verilen eser klasik manada bir tarihi romanın çok ötesinde.

Her şeyden evvel Osmancık bir felsefe taşıyor. Nedir o? Osmanlı'yı kuran kişinin karakteri ve hayat görüşü. Tarık Buğra sadece tarihi vakaları anlatmakla kalmamış, bunu çok başarılı bir edebi üslupla yapmış.

Eser o kadar başarılı ki, artık kendisi adeta bir tarihi evraka dönüşmüş durumda. Öyle ki, bugün hepimizin duyduğu 'Şeyh Ede Balı'nın Osman Bey'e Nasihatı' metni aslında tarihi bir vesika değil, tamamen Tarık Buğra'nın kaleminden çıkan bir metindir.
Bunun dışında bir sinema filmi repliği niteliği taşıyan o kadar çok söz var ki romanda. Mesela yine Şeyh Ede Balı ile Osmancık'ın İtburnu'ndaki tekkede yaptıkları 'dünyanın büyüklüğü' konuşması...

Buğra, Malhun Hatun ile Osmancık'ın aşkını muhteşem bir şekilde resmetmiştir. İki gencin aşkını bir ülküye, bir dirilişe bağlamıştır. Zaten orman Osmancık'ın Osman Gazi'ye dönüşümünün hikayesidir biraz da.

Köse Mihal, Nilüfer Hatun, Gazi Rahman, Saniye, Ertuğrul Gazi, Dursun Fakı, Abdullah, Akça Koca, Sungur, Kalanoz, Dündar Beğ, Kıyan Selçuk, Savcı ve Gündüz Beyler, Orhan Bey, Konur Alp,  Gökçe Bacı, Ak Temür ve diğerleri...

Her biri romana ustaca yerleştirilmiş karakterler. Oğuz'ların yöreyi yurt tutması, yerleşmesi, Bizans'a yaptıkları akınlar ama illa da adaletin tesisi gibi konular büyük bir maharetle işlenmiş.

Romanda altı çizilesi çok şey var. Ama birinin ben biraz daha kalınca çizeyim altını. Osman Bey bağımsızlığını ilan ederken Cuma hutbesinde ismi zikredilir. Hutbede Dursun Fakı 'devlet yönetimi ve beylik' üzerine bir konuşma yapar. Oradaki ifadeler çok mühimdir. Bir de Osman Gazi, vefat ettiğinde geride birkaç şahsi eşyası ve konukları için beslettiği sürüden başka bir şeyi yoktur. Altını, gümüşü, akçası hiç yoktur! 

Velhasıl, büyük bir yazarın büyük bir şahsiyeti anlattığı büyük bir roman bu...

*****

Okay Tiryakioğlu'nun son romanı Fatih Sultan Mehmed Han, 'Karatuğ günlükleri' alt başlığıyla da dikkat çekiyor. Zaten romanın kahramanı Fatih olsa da bir diğer başrol ise Karatuğ teşkilatının lideri Kul Ömer.

Karatuğlar, Fatih Sultan Mehmed döneminde de varlığını sürdüren Osmanlı özel birliği. Küçük yaşta ağır talimlerden geçen bu kul askerler, ana-baba olarak padişahı bilir, asla evlenmezler ve ömürlerini devlete adarlar. Tabii gerçekte bu tür şeyler varsa da bu bir kurgu.

Tiryakioğlu'nun Kanuni ve Yavuz dönemini anlatan romanlarında benim çok sevdiğim bir kahramanı vardı; Vehimi Orhun Çelebi. Buradaki Kul Ömer de ondan esintiler taşıyan bir tipleme olmuş.

Tiryakioğlu okurları için bildik bir üslup var romanda. Aslında bu anlamda biraz tekrar hissi de vermiyor değil. Yazar aslında bu dönemi Kuşatma 1453 romanında anlatmıştı. Bu sefer İstanbul'un Fethi de dahil Fatih döneminin tamamına odaklanmış. Varna ve II. Kosova'dan, İstanbul ve Trabzon'un fetihlerine, Karamanlara son verilmesinden, Bosna ve Balkan ilerleyişlerine kadar bir çok şey var.

Fatih'in nasıl bir cengaver olduğu da ortaya konuluyor. Tabii ki alim ve akil kişiliğiyle birlikte. Dönemin ünlü şahsiyetleri Hünyadi Yanoş, Kont Drakula, İskender Bey hatta Çandarlı Halil Paşa gibi düşmanlarla, Akşemseddin, Ulubatlı Hasan gibi sadıkane isimler de romanda yer buluyorlar kendilerine.

Tıpkı Kul Ömer gibi hayali bir kişilik de Kont Sadnakar. Kul Ömer'in tersine, romanın kötü karakteri. Efsunlu bir kişiliği var. Okurun ilgisini çeken bir tip.

Demem o ki, yazarın iyi bir okuruysanız bu romanı da seveceksiniz. Ama artık belli konularda kendini tekrar etme sorunu da yaşanıyor bence. Nitekim bazı yazarlar, senaristler iyi bir damar, tutan bir iş bulunca ona takılı kalabiliyorlar bazen...

Sercan

En son Cengiz Aytmatov'un Gün olur asra bedel'ini ve onun devamı olan Cengiz Han'a Küsen Bulut'u okudum. Bozkır kültürünü ve dönemin zorluklarını çok iyi anlatan bir yazar Aytmatov. Okurken insan yüreğinde acıyı ve yaşanmışlıkları hissedebiliyor..

Şimdi de Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler'ini okuyorum. Yarısına geldim ama zaman nasıl geçti anlamadım. Mükemmel ;)

mehmet yılmaz

@sercan
Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel'i, bence dünyanın en önemli romanları arasındadır. Mükemmel bir roman.

Erken Kaybedenler'i ben de beğendim.
Emrah Serbes, Behzat Ç.'den dolayı iyi bildiğimiz bir isim. Erken Kaybedenler ise Emrah Serbes'in bazı hikayelerini topladığı kitabı. Bu hikayelerin ortak özelliği ise 'erkek çocuk hikayeleri' olması. Yani hikayelerin kahramanlarının hepsi de erkek çocuklar.

EmrahSerbes'in Behzat Ç.'den aşina olduğumuz bir dili var. Argonun da olduğu bir tarz. Bu hikayelerde de ergenlik/ilk gençlik dönemlerinin çocuksu korkuları, davranışları ve hayal dünyası var. Kitap tıpkı dizideki gibi bir +18 ihtiva ediyor aslında. Yani hikayelerdeki kahramanlar çocuklar olsa da öyle pek çocukların okuyabileceği bir kitap değil! Daha çok eski çocuklara, şimdinin ise yetişkinlerine hitap ediyor.

Anneannemin Son Ölümü, Zannettiğin Gibi Değil, Korhan Ağbi'nin kardeşi, Denizin Çağrısı, Cahide, Üst Kattaki Terörist, Alçakgönüllü Arzular, Kimi Sevsem Çıkmazı adlarını taşıyan hikayeler zaman zaman biraz sertleşen bir tarza sahip. Hikayeleri çok beğenebileceğiniz gibi 'saçmalık' olarak da niteleyebilirsiniz. Ancak bugün hangi konumda ya da dünya görüşünde olursa olsun varoşlarda büyüyen her yetişkin erkeğin kendi çocukluğundan bir şeyler bulabileceği hikayeler bunlar. İçindeki küfürlerden, cinsellikten, abartılı hadiselerden rahatsız olma ihtimaliniz de var elbette.

Ama eğer Emrah Serbes tarzını seviyorsanız, sizin için oldukça ideal bir kitap.

mehmet yılmaz

Kitap Fuarından aldığım kitapları okumaya başladım. Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler'i onlardan biriydi.
Atsız'ın şiirlerinin olduğu Yolların Sonu, Ali Bademci'nin 12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı bunlardan ikisi.

Ayrıca KAPTAN ( MARCEL DESAİLLY )
Marcel Desailly'nin otobiyografisi niteliğinde olan Kaptan, 2001'de yayınlanmıştı. Yani, Desailly faal futbol hayatına ve dahi Fransa milli takımında oynamaya devam ederken. Bu ilginç bir durumdu zira bizde zaten çok az olan futbolcu otobiyografileri dünyada da genelde futbol hayatı bittikten sonra yayınlanır. Ancak Desailly, farklı bir yolu tercih etmişti.

Marcel Desailly, gerçek bir futbol yıldızı değildi. İyi bir futbolcuydu, harika bir kariyere sahipti ama mesela oynadığı takımların bir numarası asla değildi. Buna rağmen hayatı adeta bir roman gibi.

Gana'da başlayan ve küçük yaşta Fransa'ya, Nantes'a doğru yol alan bir hayat hikayesi var. Annesi'nin üç farklı evlilikten olan dört çocuğunun en küçüğü Marcel. Adını taşıdığı kişi ise gerçek babası değil, Gana'da da görev yapan yaşlıca bir Fransız diplomat.

Desailly'nin kitabı oldukça dobra şeylerle dolu. Yani pembe renkli hayatlar ve herkesin iyi, herkesin mükemmel olduğu bir öykü değil. Ancak özellikle 90'lı yıllar biz futbolseverler için pek çok tanıdık simayı da içinde barındırıyor. Marsilya'dan Abedi Peleve başkanları Bernard Tapie, AC Milan'da yine başkan Berlusconi başta olmak üzere teknik direktör Fabio Capello ile oyuncular Tassotti, Baresi, Maldini gibi isimler... Fransız futbolundan Jean Pierre Papin, Eric Cantona, David Ginola gibi sonradan bertaraf edilecek oyuncular ile Desailly kuşağından Zidane, Djorkaeff, Lizarazzu, Dugarry, Leboeuf, Thuram, Blanc, Petit... Yeni nesilden Anelka, Henry, Trezeguet, Pires gibi oyuncular... Ama en önemlisi Desailly'nin çocukluk arkadaşı da olan Deschamps.

Kitapta Deschamps da kendine epeyce yer buluyor ve iyi futbolculuğu kadar sağlam karakteriyle de kendini gösteriyor. Marcel'in Nantes'ta başlayıp, Marsilya, AC Milan ve Chelsea ile devam eden kariyeri, aile hayatı ve pek çok düşüncesi bu kitapta hayat buluyor.
Gana ile Fransa arasındaki gelgitleri de ilgi çekici. Bir dönem Gana ile olan bütün bağlarını reddediyor mesela, kendini tam bir Fransız olarak görüyor. Ama sonrasında dengeyi sağlamayı başarıyor.

Kitapta sıkı itiraflar da var. Özellikle Tapie dönemi Marsilya'sı ile ilgili bunlar. Marcel'in en sık telaffuz ettiği şeylerden birisi de para oluyor. Açık yüreklilikle futbolcular için en önde gelen şeyin para olduğunu anlatıyor.

Eğer okumayı da seven bir futbol severseniz ve yaşınız da 90'ların futbolunu hatırlama için idealse bu kitabı beğeneceksiniz. 


ve GÖK ARADIK TUĞLARA ( MEHMET ALİ KALKAN )
'Şiir öldü mü? Şair kaldı mı?' gibi sorular gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Bunlara herkesin kendince cevapları var. Benim içinse iyi şiirlerin çoğu geride kaldı; iyi şairlerin de öyle. Bu nedenle şiir kitapları ilgimi pek çekmiyor. Üstelik Bu ilgisizlik sadece bana has değil. Okur da şiir kitabı almıyor, yayınevleri de pek basmıyor.

Şiir yazmanın kolay addedildiği ve kalitenin aşağılara doğru çekildiği bir ortamda Mehmet Ali Kalkan'ın şiir kitabını almak için arka kapaktaki ifadeleri okumak yeterli. Hele bir de sunuşta Yavuz Bülent Bakiler'in yazdıkları önemli bir referans teşkil ediyor.
Mehmet Ali Kalkan'ın şiirleri Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ile Abdurrahim Karakoç'un şiirleri arasında gidip geldiğiniz hissini veriyor çoğu zaman. Özellikle milli damarı yakalamış şiirlerinde Destan Şairi, Gençosmanoğlu'nun tadını yakalayabiliyorsunuz.

Gök Aradık Tuğlara, hece ölçüsünün başarıyla kullanıldığı, milli edebiyata göz kırpan, halk dilinden, Türk'ün gönlünden şiirler ihtiva ediyor. Umuyorum ki, bu şiirlerden birkaç tanesi de bestelenir ve iyice ölümsüzleşir.

Ok atılmış Horasan'dan
Bir mübarek ize doğru
Mayalar aynı hamurdan
Yürümüşler bize doğru...



mehmet yılmaz

Muzungu - Harun Çelik - Ötüken Neşriyat


Bir kitap okumak belli duyguları içinde taşımayı gerektiriyor. Sadece kitabın muhtevası değil yazarıyla ilgili de hisler taşıyabiliyor, üretebiliyorsunuz. Bazen yazarını bizzat tanıdığım, hatta dostluk kurduğum insanların kitaplarını da okuyorum. Yazarını tanımak daha farklı bir okuma macerasına sebep olabiliyor.

İşte yazarını tanıdığım kitaplardan birisi de Harun Çelik imzalı Muzungu idi. Muzungu'nun alt başlığı ise 'Kısa Donlu Beyaz Adam.' Afrika dillerinde 'Beyaz Adam' manasına geliyormuş bu Muzungu. Kitaptan öğreniyoruz bunu. Kitabın bize öğrettiği başka şeyler de var aslında. Hatta başlarda vaat ettiği bir şey de vardı ve diyordu ki, 'Afrika hiç de öyle bize anlatıldığı gibi sefil, kaynaksız, berbat bir yer değil!' Nitekim Çelik'in dolaştığı ülkelerde bunları aynıyla görebiliyoruz.

Harun Çelik'in kitaptaki ana tezi, 'Afrika'nın Avrupalı beyazlar tarafından gözleri dönmüşçesine sömürüldüğü ve esasında bugün bile Afrika'nın özkaynaklarının kıtadaki sorunları çözebilecek seviyede olduğu.' yönünde. Gelin görün ki, Beyaz Adam bugün kağıt üzerinde köleliği ve sömürgeciliği bırakmış görünse de gerçek hiç de öyle değil. Zira yaşlı ve kalabalık Avrupa bugün dahi Afrika'nın kaynaklarına muhtaç ve kapitalizm şemsiyesi altında sömürüye devam ediyorlar.

Kitabın kolay okunabildiğini ve dilinin bir gezi tadında olduğunu söylemem lazım. Mesela benim boş bir günümdü ve gün içinde birkaç oturumda bitirdim kitabı. Çelik'i tanıyanların bildiği konuşma üslubu, kitaba da sirayet etmiş. Anlatılan yerlere Kenya, Somali, Tanzanya, Mozambik, Güney Afrika gibi ülkeler ve tabii Zenzibar Adası da dahil edilebilir. Bildiğimizi sandığımız Afrika ile ilgili belki de ne kadar az şey bildiğimizi görüyoruz bu kitapta.

İngilizlerin planlı ve sinsice, Portekizlilerin vahşice ve diğer Avrupa ülkelerinin de acımasız ve memnuniyetle gerçekleştirdikleri sömürgecilik yarışında, Osmanlı'nın bu uzak beldelerde dahi vakur ve adil duruşunu görmek beni şaşırtmıyor ama bir kez daha gururlandırıyor doğrusu.

Son derece doğal olarak bu kitabın da beş-altı farklı yerde üstünde durduğu bir hareket var. Osmanlı'nın torunları olan Türk Okulları. Çelik'in de altını çizdiği gibi onların oradaki varlıkları çok mühim. Siyasi iftiraları ve önyargıları bir kenara bırakmak lazım çünkü o insanlar orada Türkiye'yi layıkıyla temsil ederken takdiri de hak ediyorlar. Bunları yazarın bizzat yaşayıp, gördüğü anekdotlardan da anlayabiliyorsunuz zaten. Bilhassa 2 yaşındaki şehidimize dikkat çekmek isterim.

Kitapta ilgi çekici pek çok şey varsa da ben birkaç tanesini biraz daha öne çıkarmak niyetindeyim.

Mesela Mozambik'e adını verdiği söylenen bir yiğit adam; Musa Bin Beg. Kalitesiyle, hoşgörüsüyle, tavrı ve bilgisiyle orada İslam'ın ilk temsilcilerinden olan bu evliya ruhlu adamın sayesinde Mozambik'te İslam bilinmiş ve yayılmış.

Yazarın, kitaptaki 'en azından internetten fotoğraflarına bakabilirsiniz' tavsiyesine uyduğum 'Kizimkazi Yunus Turu' da çok ilgi çekiciydi.

Tabii bir de bizim kavruk uşakların sinesinde derin yaralar açan ve bir nefrete dönüşen 'Beyaz Adam Sendromunun' beyaz bir Müslümanla karşılaşınca nasıl bir coşkuya dönüştüğünü anlatan birkaç farklı hadise de öyle...

Doğrusu bu kitapta keşke olsalar dediğim gezilerin fotoğraflarını ya da eğer varsa belgeselini de görmek isterdim.

'Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?' polemiğinin cevabı bellidir esasında; ikisini birlikte yapan. Ben de bunu yapmaya çalışan birisi olarak bu kitabın ruhunu ve meramını anlıyorum. 

Son olarak ise 'agzına davun çıktığımın Muzunguları' diyorum...

mehmet yılmaz

Ömürden Sayfalar - Bahtiyar Vahapzade - Ötüken Neşriyat

2009 yılında kaybettiğimiz Bahtiyar Vahapzade, Azerbaycan edebiyatının en önemli isimlerinden birisiydi. Türk dünyasının meşhur şairleri arasında yer alan Vahapzade benim için de Türkçenin bayraktarları arasındaydı.

'Bu dil bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır / Bu dil birbirimizle ehd-i peymanımızdır' gibi mısralarıyla Türkçeye olan muhabbetini gayet iyi bildiğimiz Vahapzade, ömrünün mühimce bir kısmını Sovyet sömürü altında geçirmiş, buna rağmen bazen açık, bazen gizli Türklük sevdasından ve Türkçe davasından hiç vaz geçmemiş değerli bir şairdir.

Ömürden Sayfalar, 2000 yılında neşredilmiş bir kitap. Vahapzade'yi ve fikir dünyasını etraflıca tanımamızı sağlıyor. Kitabın giriş kısmı onun hayat hikayesinden oluşuyor. Tabii onun şahsında Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Azerbaycan'ı da görüyoruz.

Sonraki bölümlerde ise onun muhtelif tarihlerde -ki bir kısmı bağımsızlık öncesinde- yazılmış yazılarını görüyoruz. Sanat, şiir, vatan, dil, din, tarih, edebiyat gibi alanlardaki görüşlerini paylaştığı yazıları hayli önemli. Özellikle Türkçe konusundaki hassasiyeti takdire şayan.

Beni en çok etkileyen yazısı ise Türkiye'ye ilk defa gelişini anlattığı o yazı oldu. 1960'lı yıllarda bir Sovyet gemisinde, bir Sovyet vatandaşı olarak geldiği Türkiye'nin bayrağına, bağımsızlığına büyük bir hasretle bakıyor lakin bu ilk görüşme onu hayal kırıklığına uğratıyor. Çünkü maalesef Türkiye aşkıyla yanan bu Azerbaycan Türkünden de, ülkesinden bihaber insanlarla karşılaşıyor.

Vahapzade'ye, Azerbaycan'a ve dahi Türk dünyasına ilgi duyanlar için ideal bir kitap Ömürden Sayfalar.

mehmet yılmaz

Yaşar Kemal'in Ağrıdağı Efsanesini okudum. 120 sayfalık bir roman. Bir doğu masalını anlatıyor aslında. Mahmut Ağa'nın kızına aşık olan Ahmet'in hikayesi. Fena değildi.

Ardından dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Türk Okullarının ve onların öğretmenlerinin yaşadıklarını anlatan 'Barış Okulları' adlı kitabı okudum. Mesut Çevikalp imzalı kitabı beğendiğimi söylemem lazım.

mehmet yılmaz

Dünyayı Değiştiren Savaşlar
Ali Çimen / Göknur Göğebakan - Timaş Yayınları - 432 Sf

Dünyayı Değiştirenler serisi Ali Çimen imzalı bir popüler tarih serisi. Daha önce bu serinin başka bazı kitaplarından da bahsetmiştim. Bu sefer tanıtacağım kitap ise Tarihi Değiştiren Savaşlar. Bu kitapta çimen'e refakat eden isim ise bir akademisyen olan Göknur Göğebakan oluyor.

Bu kitap da diğerleri gibi başarılı bir anlatım üslubuna sahip. Popüler tarih kavramına uygun bir seyir izleyen kitapta kronolojiye sadık kalınmış. Birbirinden ilginç bilgilerin yanında tespitlerle de karşılaşıyorsunuz. Tarihin bilinen ilk yazılı anlaşması olan Kadeş'le başlayan savaşlar, Irak Savaşı ile son buluyor.

Elbette bu gibi kitaplarda izafiyet her zaman için ön plandadır. Yazarların seçimlerinde de Türk-İslam kimliği tabii ki önemli olmuş. Ancak hemfikir olabileceğimiz şey şu ki, bütün bu savaşlar hakikaten dünyayı değiştirmişler. Sonuçları farklı olsa çok farklı bir dünyayla karşılaşabileceğimiz bir gerçek.

Yine kitapta Haçlı Seferleri başta olmak üzere dini nitelikli sayılabilecek pek çok savaşın temelinde ekonomik sebeplerin de yattığını görüyoruz. Ayrıca bir savaşın illa da bir sebebe dayanmayıp, birden fazla etkenin bir araya gelmesiyle de patlak verebileceğini de görüyoruz.

Seriyi bilenler zaten kitabın başarısını tahmin edebileceklerdir. Seriyi bilmeyenler ise bu kitapla bir başlangıç yapabilirler; hele ki tarihi de seviyorsanız tam isabet!

orucreis


orucreis


orucreis


orucreis


orucreis